son zamanlarda

       son zamanlarda:        


mesela bugün: the handmaid's tale'i izlemeye başladım. bizim peggy olson oynuyor, elisabeth moss olarak da bilinir, bkz. mad men. bazı insanları hep seveceğim. zaten yanıltmıyorlar da. heyecanla beklediklerimiz arasında top of the lake'i de saymış olalım burdan. 1990 yapımı aynı isimli bir de filmi var bu margaret atwood imzalı kitabın. liam neeson'ın birkaç yıl önce kayak yaparken kaza geçirip ölen karısı natasha richardson (aynı zamanda da vanessa redgrave'in kızı olur ve üzüldüğüm ölümlerdendir pek sevdiğim bir aktör olmamasına rağmen) ve faye dunaway'in başrollerinde oynadıkları filmi izlememiştim. diziyi bitirmeden izlemem doğru olur mu emin değilim. hikaye pek de uzak olmayan bir gelecekte, insanların hamile kalamadığı, yalnız başına kalmış ve sağlıklı yumurtalıklara sahip genç kadınların ise damızlık olarak kullanıldıkları distopik bir dünyada geçiyor. dünya amerika. öğreniyoruz ki mesela, kanada'ya kaçmak lazımmış zamanında. hashtag children of men. ilk üç bölümü hulu'dan aynı anda yayınlandı, sezonun geri kalanı bize acı çektirmek üzere her hafta çıkacak karşımıza. özellikle üçüncü bölümde olup bitenler itibariyle -sürekli flashback izliyoruz bu arada- benim asabım bir hayli bozuldu, distopik mistopik, başımıza kolaylıkla gelebilecek şeyler bunlar bu saçma dünyada hatta birileri benzer kötülükleri yaşamaktalar da zaten, ay neyse, kaptırdım kendimi çok fena ben.




efendime söyliyim, son zamanlarda en zevkle tükettiklerimden biri de big little lies oldu. sosyal medya kanallarımda, bkz. instagram, twitter ve facebook, öyle çok bahsettim ki şimdi kendimi riyakar iki yüzlü bi sonofabitch (bkz. lilly, how i met your mother) olarak görüyorum. ama neyse, bunlara takılmayalım. nicole kidman, reese witherspoon, shailene woodley, alexander skarsgard, zoe kravitz gibi birbirinden ünlü isimlerle şenlenen kadrosu, çok iyi senaryosu ve bitmek bilmeyen gerilimiyle yedi bölümün yedisi de ekrana kitlemeyi başardı bendenizi.




dramayla başladım dramayla devam edeyim madem. the americans'da sıra. aslında oldukça geç başladım izlemeye. şu an beşinci sezonuna ulaşmış bir dizimiz bu nitekim. felicity olarak hafızalarımıza kazınmış keri russell ve gerçek hayatta da kocası, çocuğunun babası pozisyonunun sahibi mathhew rhys'in, 1980 yılında amerika'da başlayan hikayesini izliyoruz. yani onların hikayesi 80'de değil 60'larda başlıyor ancak biz bunu başarılı flashback'ler sayesinde öğreniyoruz. ha en önemli noktayı atlamasam iyi olur tabii, philip ve elizabeth birer rus casusu. ama kendilerine fazlasıyla amerikan tarzı bir hayat kurmuş durumdalar. paravan olarak kullandıkları bir seyahat acenteleri dahi var. ve bu işi sürdürüyorlar da. aynı zamanda iki de çocuk sahibiler. hangi arada kostüm değiştiriyor, hangi arada çocukların karnını doyuruyor, hangi arada tuvalete gidiyorlar ben beşinci sezon oldu, hala anlayabilmiş değilim. bir de diyorum bana zaman yönetimi konusunda biraz ders verseler, özellikle bu ara çok ihtiyacım var, hashtag kinaye. henüz izlemeye başlamadıysanız final sezonu olan altıncı da bitsin öyle başlayın bence, yani seneye, hashtag binge.




13 reasons why. selena gomez'in yapımcılarından biri olduğu bir diziden beklentim neydi gerçekten bilmiyorum. gerçi vogue 73 questions ve carpool karaoke performanslarını izledikten sonra nefret etmeye devam edemedim kendisinden, ama yine de. sonuçta bir (k)lis(ş)e dizisi bu, pek dramatik bir kız olduğunu 13 bölüm boyunca kafamıza vurula vurula öğrendiğimiz hannah baker'ın ardında bıraktığı 13 müzik kasetine kaydettiği sesini dinleyerek kendini neden öldürdüğünü, bu işten kimin sorumlu olduğunu anlamaya çalışıyoruz. keşke arkalı önlü doldurmasaymış teypleri altı bölümde de çözülebilirdi bu gizemli hikaye çünkü rahatlıkla. amerika'da büyük yankı yarattı bu dizi, yıllardır dinlediğimiz, izlediğimiz, liselerdeki zorbalık vakalarına çok güzel bir bakış olarak algılandı çoğu kişi tarafından. ama intihara teşvik ettiğini savunan bir kesim de yok değil. yani aman dikkat, izlerken jilet, halat, sakinleştirici hap gibi tehlikeli maddeler bulunmasın yanınızda. hashtag biraz fazla mı oldu? (ikinci sezon neredeyse kesinleşmiş, burada bazı teoriler var konunun ne olabileceğine dair...)




netflix dizisi olduğunu da hatırlatıp 13'ün, bir başka netflix dizisi olan girlboss'a geçelim. bir süredir listede karşıma çıkmasına rağmen pek izleyesim gelmiyordu bunu. özellikle de başroldeki britt robertson'ı bicentennial man'den sonra en başarısız epik hikayelerden gösterebileceğim tomorrowland'de george clooney'le birlikte izledikten sonra. ama sonra ne oldu, bir başka çok sevdiğim netflix şovu olan chelsea'ye charlize theron katıldı, meğer yapımcılardan biriymiş dizinin. hikayeyi bir övmek! chelsea de demez mi 'bu britt çok tatlı bi kız, beraber berlin'e gittik netflix için, nasıl cool biri olduğunu anlatamam' diye. e dedim o zaman deniz'cim, ne duruyorsun? bir oturuşta bitti tabii bu girlboss da. girlboss ne diyecek olursanız, bazılarınızın fazlasıyla ilgilenebileceğini düşündüğüm gerçek bir hikaye. şahsen kendimi çok başarılı zamanlardan geçiyor gibi hissetmediğimden ben bu başarı hikayelerinden biraz sıkıldım ama beni boşverin, hikaye çok akıcı. yıl 2006, e-bay popüleritesinin doruklarında, yirmilerinin başındaki sophia amorosa isimli bir kız (robertson) hayatının amacını keşfetmeye çalışırken ikinci el giysiler satan bir dükkandan sadece dokuz dolara aldığı bir ceketi e-bay hesabından 600 küsür dolara satıyor ve bir aydınlanma yaşıyor. bundan sonrası da çorap söküğü gibi geliyor. pek çok dert ve tasa, ailevi sorunlar, arkadaşsal sorunlar da beraberinde tabii. hikayenin gerçek olduğunu söylemiş miydim?




ben ilk sezonunu devireli birkaç hafta olduğundan kendimi size karşı gerçekten biraz borçlu hissediyorum, söz konusu dizi the good fight. pek sevgili the good wife'ın spinoff'u. çok sevdiğim diane karakteri tam emekliliğini ilan ediyor ki, yaptığı bütün birikimin, hem de çok iyi dostu olan birileri tarafından kumpasa getirildiğini öğreniyor. eski firmasında da çalışamıyor tabii, ne de olsa her yer köpekbalığı kaynıyor, tüm ortakları siyahilerden oluşan bir başka chicago firmasında işe giriyor. hani bunu çarpan o dostları vardı ya, onların kızı da bununla beraber geliyo yeni firmaya, ha o kız kim mi? bildiğin ygritte, evet, game of thrones'da jon snowun bekaretini elinden alan kızıl. hashtag wildling. ilk sezon sadece 10 bölüm, bu biraz hayal kırıklığına uğrattı beni, ama o kadar iyi ki, hadi dedim bu seferlik bendensiniz.





ryan murphy, yani american horror story'lerin arkasındaki aşırı yaratıcı beyin, feud'u sundu bizlere bu sezon. hollywood'un iki efsanevi ismi arasındaki yıllarca süren itiş kakışın anlatıldığı dizi sekiz bölümden oluşuyor. joan crawford rolünde murphy'nin favorilerinden, ve benim de, jessica lange, bette davis rolünde ise susan sarandon'ı izledik. o da bu hafta final yaptı. ben çok keyif aldım şahsen. hiç bilmediğim zamanlar, hiç bilmediğim gerçek bir hikaye, şahane kostümler, şahane oyunculuklar. crawford ve davis arasındaki tansiyonun hem oluşmasına hem de tırmanmasına neden olan whatever happened to baby jane'i de izlememe vesile oldu dizi, yoksa ben nerdee... ikinci sezonunda prenses diana'nın hikayesini anlatacağının da müjdesini verdi murphy.




bu sezon girls'ün de son sezonuydu biliyorsunuz değil mi? sosyal medyamı en çok meşgul edenlerden biri de bu oldu son dönemde. lena dunham'a burdan bir kez daha sevgilerimi ve teşekkürlerimi yollamak istiyorum. bir ara baştan sonra yeniden izleyeceğimi de duyurmuş olayım. sona gelince pek çok şeyi unutmuş olduğumu fark ettim pür dikkat izlediğim az sayıdaki diziden biri olmasına rağmen.


norma(n) bates

bu sezon vedalaştıklarımızdan biri de bates motel. vera farmiga'nın üst düzey oyunculuğu ve norman bates rolündeki freddie highmore'un tuhaflığa yeni bir anlam yüklediği bu psycho ilhamlı dizi beşinci sezonunda 'babaaay' diyo bizlere. final bölümünü henüz izlemedim ama neler olabileceğine dair bazı fikirlerim elbette var.

ewan mcgregor iki rol birden canladırıyor çünkü ikizi var.

fargo'nun da üçüncü sezonu başladı nihayet, biriktirsem mi diyorum, ama kendime pek güvenemiyorum. better call saul konusunda da kararsızım. ikinci sezonu yeni bitirdik, sıcağı sıcağına üçüncüye başlamak hiç de fena olmaz aslında...


neler olup biteceğine dair hiçbir şey bilmiyoruz anasını satayım.
önümüzdeki haftalarda başlayacaklar arasında beni en çok heyecanlandıranlardan biri de twin peaks. çok dramatik bir süreçten geçti geçmesine ama david lynch projeyi terk etmedi sonuçta ve bizler de bir aydan daha kısa bir sure içinde inanılmaz bir kadroyla karşılaşmaya hazır, bekliyoruz.

aile fotoğrafı

game of thrones'dan bahsetmiyorum bile şimdilik. yüreğimiz ağzımızda bekliyoruz çaresiz. hashtag geri sayım.