(ebeveynimin) fesvital güncesi #1


aslında festival cuma akşamı lütfi kırdar'da başladı.
benim, son olmamasını ümit ettiğim ilk filmim de babam ve atilla ile birlikte izlediğim aklımı oynatacağım, los amantes pasajeros isimli almodovar filmi oldu.
film eğlenceli olmasına eğlenceliydi, fakat o eğlence fragmanda gördüklerimizle yani o meşhum 'i'm so excited' figüratif kollektif müzikal çalışmayla sınırlı kalıyordu diyebiliriz. evet, bunun haricinde artık bir almodovar gediklisi javier camara'nın başını çektiği komik diyaloglar da yok değildi. sonuç: pedro'cuğumuzun sanki bir hafta sonu, aralarında antonio banderas ve penelope cruz'un da dahil olduğu en yakın ve kendisine çok şey borçlu arkadaşlarıyla oturup çektiği bir filmdi. ama yine de orada olmak güzeldi. 
mehmet ali alabora'nın sunumu, türkiye'de nedense bir türlü kotarılamayan şu organizasyon işini en iyi toparlayan şekilde içten ve disiplinliydi. yine de sahneye giriş çıkışlardaki kopukluk bir türlü çözülemiyordu. patricia arquette neden orada olduğunu hiç anlayamadı muhtemelen. hande ataizi kendini şaşırmıştı muhtemelen, sahneye mum kokulu kadınlar filmi'ndeki görüntü yönetmeni aytekin çakmakçı'ya ödülünü takdim etmek üzere çıktığının pek farkında değil gibiydi. aynısı, ataizi'nin daha narin versiyonu türkan şoray için de geçerliydi. yine de, dediğim gibi, daha ince ve şefkatliydi. tayfun pirselimoğlu senarist ayşe saşa'nın yerine oradaydı, kısa ve özdü, başka birinin adına ödül almanın saçmalığını bastırdı kanımca. en samimi ve komik karşılama ise lale belkıs'ınkiydi. ödülü kendisine vermek üzere ediz hun'un çağrılmış olası ise çok şık ve ince bir hareketti. şoray ve selvi boylum al yazmalım'daki rol arkadaşı ahmet mekin'inkinden daha az bariz bir seçim olarak nitelemekte sakınca görmüyorum. neyse yanlış anlaşılmasın, yine de ince düşünceler, yakışıklı durumlar. ahmet mekin pek şahaneydi. hafif de çakır mıydı dersiniz? siz evdekiler töreni bizden daha iyi izlemişsinizdir zaten ona şüphe yok, yukarıdaki fotoğraftan da görebileceğiniz üzere yerim, salonun tam ortasında, fakat sahneye oldukça uzaktı...
gelelim, bana, festivaller ve istanbul'un kültür sanat dolu hayatı söz konusu olduğunda bir an önce emekli olma hayalleri kurdurtan (kudurtan) ebeveynimin festivaline. biliyorsunuz geçtiğimiz iki yıldır kendim gidemeyip onlardan dinliyorum festivali. bu sene filmlerini dahi seçecek vaktim olmadığından listelerini kendileri yaptılar. babamın bugün izlediği bella addormentata/uyuyan güzel'i
babam tek başına izledi. onun sözleriyle: "ötenazi, ne yazık ki, günün birinde hepimizin yanında ya da karşısında kendini bulacağı bir kavram. yönetmen bunu üç farklı açıdan, çok güzel ve net bir dille anlatmış." bahsi geçen yönetmen italyan marco bellocchio. film ise ilk gösteriminin yapıldığı venedik film festivali'nden en iyi yönetmen ve erkek oyuncu ödülleriyle dönmüştü.film benim de izlemek istediklerim arasındaydı, hatta yarın şansımı denemeyi düşünüyorum, kim bilir...

bu da festivalde izleye(bile)ceğimiz filmlerde bir diğeri. serinin ilk iki filmine olan sadakatimden ötürü festival sırasında değil belki fakat mutlaka izleyeceğim. karşınızda before sunrise ve before sunset'ten sonra: before midnight. richard linklater yönetiminde, ethan hawke ve julie delpy yeniden bir arada, bu sefer yunanistan'da, artık ilan etmiş oldukları aşklarının kalıcı olup olmadığını sorguluyorlar. (e normal olan da bu zaten, romantizm gider soru işaretleri kalır...)