sundance'e bir ağıt.

sundance film festivaline hakettiği ilgiyi veremedim, berlin'e de öyle... gözden ırak ama gönülden ırak değiller. sonuç itibariyle, aşağıda robert redford'ın sinemaya kazandırdığı ve dünyanın en önemli festivallerinden biri konumundaki sundance'ten ilk göze çarpan filmleri sizlerle paylaşmayı bir borç biliyorum.


win win sundance'in en beğenilen filmlerinden biri oldu. paul giamatti'nin başrolünü oynadığı film, the wire sayesinde sevdiğim kişiler arasına katılan amy ryan'ı da kadrosunda bulunduruyor. (oskar adayı olduğu gone baby gone'daki oyunculuğundan pek etkilenenemiştim, ben affleck etkisi diyelim.)
fragman:







bir başka sundance meyvesi de the music never stopped. adından da anlaşılabileceği gibi güzel bir soudtrack'e sahip filmde, thumbsucker filmiyle dikkatleri (en azından benimkini) üstüne çeken lou taylor pucci rol alıyor; ona da fedakar ve ironik baba rolünü (juno başlattı herşeyi) pekiyi canlandıran jk simmons eşlik ediyor. fragmanını buyrun.





my idiot brother: çok sevgili paul rudd, zoey deschanel, rashida jones ve emily mortimer gibi sevimli isimleri içinde barındırıyor. filmin yönetmeni jesse moretz ve oyunculardan paul ve zoey ile yapılan söyleşi, filmden de görüntüler içeriyor.



little birds de izlemek istediklerimden.







bir başka sundance çıkarması da olsen ikizlerinin küçük kız kardeşlerinin olmuştu. sonraki projelerini merakla bekletecek cinsten bir performans sergilediği konuşulan elizabeth olsen, martha marcy may marlene'in martha'sı rolünde, bir tarikattan çıkıp ailesinin yanına dönen genç kızın yaşadıkları anlatılıyor.





in bruges'ünü pek sevdiği mmartin mcdonagh'nın senarist kardeşi john michael mcdonagh'ın ikinci yönetmenlik denemesi the guard'da, fbi ajanı rolüyle don cheadle ve irlandalı polis rolüyle de brendan gleeson bir araya geliyorlar.