öncelikle aralığın 9'una gelmiş olduğumuz gerçeğiyle nasıl da sarsıldığımı belirtmek isterim.
sonra da 9 aralık'ın 16 aralık'a nasıl da yakın bir tarih olduğunu hatırlayıp sevinirim. 16 aralık demek sherlock holmes demek çünkü.
konudan fazla sapmadan bu haftanın vizyon haberlerine bir göz atalım ne dersiniz sevgili izleyiciler?
önce, sonra: jonah hill.
haftanın en önemli girişini brad pitt ve moneyball el ele yapıyorlar. fragmanını izleyip büyük hayal kırıklığına uğradığım film fena eleştiriler almadı, ama bu onu izlemek için heyecanlanmama yetecek bir bilgi niteliğinde değil ne yazık ki. filmde pitt'e sonradan pek çok kilo kaybeden ama bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğundan pek emin olamadığım jonah hill eşlik ediyor. robin wright ve philip seymour hoffman'ı da unutmamak gerek tabii...
48. antalya altın portakal film festivali'nden en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü alan nesrin cavadzade'nin başrolünde oynadığı yangın var, haftanın en çok gişeye sahip yerli filmi. yalnış anlaşılmasın, cavadzade'nin ödülü almasına sebep olan film 'güzel günler göreceğiz' şubat ayı'nda vizyona giriyor. (inanılmaz bir şubat ayı bekliyor bu arada sinema seyircisi, aylardır yerli yabancı bu sayfalarda adını andığım filmlerin çoğu şubatta vizyona girecekler, hadi bakalım.)
haftanın bir diğer türk filmi de şerif gören'in ay büyürken uyuyamam'ı. başlığı pek itici, pek bilmiş ses veren bu filmde, ayça bingöl (öyle bir geçer zaman ki isimli gaddar dizideki çok acılar çeken kadın), hazal kaya ve fırat çelik gibi son dönemin pek meşhur gençleri rol alıyorlar. şerif gören şerif gören'dir deyip sinemanın yolunu tutmakta keramet vardır sanırım...
bir de isveç filmimiz var. kuzey sinemasını severiz, 2010 yapımı filmin 2011'in son haftalarında burada ne işi var onu fazla sorgulamadan izlenebileceğini düşünüyorum.
benim aylarca gözümde tüten jane eyre ise yine çok geç bir şekilde vizyonda. temmuz'da, evet temmuz ayında vizyona girmesi beklenen ama nedense rötar yapan filmin dvd'si çoktan piyasaya çıkmışken, yurt dışında bile olsa, günümüzde bu yaşananın çok saçma olduğunu ve otoritelerin hemen devreye girmeleri gerektiğini düşünüyorum. konuyla ilgili görüşlerimi lecool yazımda bulabilirsiniz sevgili izleyiciler.
Charlotte Brönte'nin defalarca beyazperdeye uyarlanan romanı-beşi sessiz olmak üzere tam 16 kez- sanırım çoğumuzun aklına Charlotte Gainsbourg ve William Hurt çiftini getiriyor önce. Gainsbourg'un israrsız güzelliği ile Hurt'ün hırçın sevgisinin birleşimini izlemek her seferinde çok etkiledi beni ve jenerasyonumu... 2011 yapımı Cary Fukunaga yönetimindeki filmde Eyre'ı geçtiğimiz sene Alice rolünde izlediğimiz Mia Wasikowska, Rochester'ı ise Venedik Film Festivali başta olmak üzere bu senenin her festivali’nden ödüllerle dönen en gözde isimlerinden Michael Fassbender canlandırıyor. Rol dağılımının kesinlikle yerinde olduğunu düşündüğüm bu gri versiyon, sadece hikayenin çekiciliği dolayısıyla bile ilgiyi hak ediyor -Fish Tank ve Shame sonrası radarıma fena halde takılan bay Fassbender için de tabii...
iyi bir haftasonu dileklerimle şimdilik aranızdan ayrılıyor ve sizleri sevgiyle selamlıyorum!