son günlerin bir özeti

son günlerdeki koşuşturmacanın içinde bahsetmeyi erteleyip durduğum bazı konular var. the kkking's speech'i (hah ha) daha dün gece izlemiş olduğumdan fikirlerimi paylaşmakta pek de geç kalmış sayılmam, ancak özellikle never let me go konusunda oldukça yavaş davrandım. bu filmin hassasiyetiyle de alakalı, izlemekten bolca keyif aldım ve aslında daha uzun bahsetmek istiyordum kendisinden ertelememin de amacı buydu özünde... tron legacy ise salı gününden beri listede, hakkında duyuracaklarım ise aşağıda göreceğinizden fazlası değil: kendimi birazdan tekrar edeceğim, tam bir görsel şölen.
burdan buyrun:

the king's speech'i son andaki fazla anlamlı bakışmalar ve dostluk nidaları dışında keyifli bir seyirlik, iyi oyunculuk ve ilginç bir senaryo olarak niteliyorum. geoffrey rush şahane. colin firth de öyle. helena bonham carter ise bence sinema dünyası için bir şans. böyle başına buyruk insanlarla daha fazla karşılaşabilsek keşke. adaylık ve ödüller hakedilmiş.



never let me go göz yaşartıcı, romantik (tam da en sevdiğim platonik haliyle) ve biraz da iç karartıcı. konu 2005'in bol makyajlı the island'ını anımsatsa da, film anlatım ve oyunculuk farkıyla yarışı önde bitiriyor. kazuo ishiguro'nun kitabı da 2005'te yayınlanmış, esinlenme? sanmıyorum. carey mulligan'ı seviyorum. normal olmasını seviyorum. bu röportajda da sıkça belirtildiği gibi sesinin en önemli fiziksel özelliği olduğunu düşünüyorum. andrew garfield spiderman'i oynamaya karar vererek yalnış bir seçim yaptı bence, ama her süper kahraman filmini izlediğim gibi onu da izleyecek ve son kararımı o zaman vereceğim, tabii burada önemli olan peter parker değil, kendisi 'tommy' olarak bir harika. kadronun en zayıf halkası ise ne yazık ki sevdiğim ve beğendiğim keira knightley. senaryodan da kaynaklanan bir zayıflık bu tabii. (keira ve carey'nin ilk ekran beraberlikleri olmadığını da ayrıca belirtmek isterim, bakınız pride and prejudice, 2005)(bir 2005 damgası var ki bu filmin üstünde...)



tron legacy zayıf hikayesiyle sınıfta kalan bir film, bu hiç sevmediğim betimlemeyi bana yaptırttığı için bir puan daha kırıyorum hatta kendisinden. fakat, görsel açıdan öylesine büyüleyici ki, hikayeyle çok da ilgilenmeyip film boyunca kırılan dökülen programların (izleyince anlayacaksınız) ve fosforlu ışıkların yarattığı görsel şölenin içinde kayboluyorsunuz adeta, ya da meldanında dediği gibi: upuzun bir daft punk videosunun.