TOO MUCH

Megan Stalter (Jessica Salmon) & Andrew Scott (Jim Wenlich Rice)

8 bölümden oluşan Too Much 10 Temmuz'da Netflix'te yayına girdi.

Dizinin yaratıcısı Girls'le tanıdığımız Lena Dunham.

Başrollerinde Hacks'le hayatımıza süper tatlı bir giriş yapan komedyen Megan Stalter ve The White Lotus'un Sicilya’da geçen ikinci sezonundan hatırlayabileceğiniz Will Sharpe bulunuyorlar. Sharpe’ı aynı zamanda bu senenin en sevdiğim filmlerinden, Kieran Culkin’e Oscar kazandıran A Real Pain’deki tur rehberi olarak da izledik.

New york'ta yaşayan Jessica Salmon yani Megan Stalter, erkek arkadaşı (The Marvelous Mrs. Maisel’den Michael Zegen) onu bir örgü influencer’ı olan Wendy Jones (Emily Ratajkowski) için bıraktıktan sonra ne özel hayatında, ne de reklam filmlerinde yapımcı olarak çalıştığı iş hayatında pek mutlu değildir. 
Bu yüzden karşısına aynı işi üç aylığına Londra'da yapma fırsatı çıkınca bunu değerlendirmeye karar verir ve Londra'ya ayak bastığı akşam Felix (Will Sharpe) isimli müzisyenle tanışır.

Bu arada, ablası rolünde Dunham’ın kendisini, annesi rolünde Girls’de de Marnie’nin annesini canlandırmış olan Rita Wilson’ı izliyoruz. Dunham’ın eski kocası rolünde ise yine Girls’le hayatımıza giren, tanıdık ve sevdik bir sima, Andrew Rannels bulunuyor.

Tanıdık yüzler demişken üstünde durulması gereken isimlerden biri de Andrew Scott. Scott daha önce Dunham’ın Prime Video için çektiği Catherine Called Birdy'de de oynamıştı. Burada bayağı işe yaramaz bir yönetmeni canlandırıyor ve oldukça da iyi bu hetero rolde. Londra'daki patronu rolündeki Richard E. Grant (Girls’de Jessa’nın rehab’de tanıştığı sevgilisini canlandırmıştı) ve onun karısı rolündeki Naomi Watts, ayrıca Felix’in eski kız arkadaşlarından birini canlandıran Adele Exarchopoulos ve anneannesi rolündeki Rhea Pearlman da diziye heyecan katan faktörler, fakat….

Girls’dense Emily in Paris’i (insert Jessica in London esprisi) daha çok anımsatan bu dizinin fazla aceleye gelmiş olduğunu düşünüyorum. İkinci bir sezona bu kadar ışık yakmayan, yem atmayan bir dizi hayatımda izlemedim, en umutsuz vakalar bile bir ikinci sezon hayali kurarlar çünkü. 

Ne Jessica’ya, ama asıl Felix’e, kanım hiç kaynamadı. 
Felix’in tutarsız tavırlarına bir anlam veremedim. Jessica’yı hem çok sevdi hem de bir çırpıda silebildiği anlar oldu. Love bombing değildi o izlediğimiz, bu kavramların altına sığınacak insan da değil Lena Dunham ama beni bu noktalarda hayal kırıklığına uğrattı. Zor ilişkiler adına, insanların büyümeleri, karakterlerini geliştirmeleri adına bence Nobody Wants This daha güzel konuşan bir diziydi örneğin, özellikle de son birkaç bölüm sık sık düşündüm NWT'i, yeni sezonu ekimde geliyor bu arada…

Will Sharpe, Felix

Dunham’ın Felix'in geçmişine bir pencere açmaya çalışırken kendi de Alis Harikalar Diyarında’daki Alis gibi o derin çukura düşüşünü izledik bir bölümde mesela. Ve ne yazık ki bu bize de hikayeye de hiçbir şey katmadı.

Jessica’nın özellikle iş hayatında özgüven kazanması gerektiğini ta Jessica Alba’nın ona yönetmen olmasını teklif ettiği ilk bölümden biliyorduk, o zaman bu teklifi neden kabul etmediğini anlamamış olmamız normaldi ama dizinin finalinde tıpatıp aynı senaryo ısıtılıp önümüze tekrar konulduğunda (seti terk eden yönetmen fenomeni) ve Jessica bu defa ipleri eline almaya karar verdiğinde, hala sebeplerini ve nedenlerini anlamak için yeterli veri yoktu elimizde.

Megan Stalter & Emily Ratajkowski (Wendy Jones)

Sosyal medyanın kölesi olduğumuz şu zaman ve anlatılan bu jenerasyonda Jessica'nın gizli videolarının bir anda ortaya çıkması daha çok yer tutmalıydı bence senaryoda. Bunun Lena Dunham’ın Jessica’yı Girls’ün Hannah’sından ayrıştırmaya çalışmasıyla alakası olduğunu düşünüyorum. Bu sefer Hannah gibi yaratıcı bir yazar değil de, sayılarla arası iyi bir organizatör, iş bitirici, yani neredeyse tam tersi bir karakter koymak istemiş olmalı önümüze... Yani Jessica'nın o 300 küsur, "Beni o kadın için nasıl terk edersin, aslında seninle çok iyi arkadaş olabilirdik, üzerindeki o tişört annemin, hemen çıkar," içerikli videosu çok büyük bir sansasyon yaratmış olsa da Jessica bu konunun üzerinde hiç durmuyor. Ona ne kadar takıntılı da olsa, telefonunu elinden hiç düşürmese de, nemesis'i Wendy Jones gibi bir sosyal medya fenomeni olmakla zerre kadar ilgilenmiyor olmasını, ben açıkçası yemedim.

Girls’den beri çok büyük bir şey değişmemiş Lena Dunham’ın dünya perspektifinde ve söylemek istediklerinde. Ve tabii 2012 yılında bu söyledikleri çok değerliyken şu an ne yazık ki hepimizin, belki ilk onun ağzından, ama çoktan duyduğu lakırdılar.

Devamı gelmeyecek gibi görünen, adeta depar atarak varılan bu sezon finalinden sonra izlediklerimi bir sezon daha izlemek ister miyim diye düşünürken, evet, kesin izlerim, sırf kıyafetler için bile, Dunham’ın çok iyi becerdiği popüler kültür göndermeleri ve insan tasvirleri için de izlerim diye düşünüyorum. Bir de belki bir şey olmuştur, belki 16 bölüm planlıyordur da birileri yoluna taş koymuştur, aslında çok daha detaylanabilecek bu hikaye yarı yolda tökezlemiştir ümidiyle bir şans daha veririm Jessica Salmon'a.