kiraz dudak stewart. ve birazcık da jean d'arc.
pamuk prenses ve avcı/snow white and the huntsman ümitlerimi boş çıkarmadığı gibi fazlasını da koydu önüme.
baştan sona masal gibi masal aksiyon gibi aksiyon animasyon gibi animasyon güzellik gibi güzellik kostüm gibi kostüm makyaj gibi makyaj izledim.
çok keyif aldım.
hayal kırıklığına uğramak korkusu özelikle son birkaç gündür içimi iyice sarmışken nerede durduğunu bilen ve dozunu gerektiğince aşan şahane bir şey izledim.
kraliçenin gençliği. barbie bebek gibi bişiy.
geçen hafta mirror mirror'ı da izlemiş ve aslında olaya s.w.a.t.h.'ın tam tersi yönünde kendine güzel bir dil belirleme şansını ne kadar kötüye kullanmış olduğunu, nasıl da boşa harcadığına tanık olmuşken (ama bu ayrı bir konu tabii, konsantre olabildiğim an değineceğim, söz) bu gece kendimi hayatımda ilk defa kristen stewart'ı beğenirken, daha sadece geçen sene thor olarak tanıdığım chris hemsworth'e hayranlık duyarken ve charlize theron'u bir kez daha performansından dolayı içten içe tebrik ederken buldum.
sabri bey
bugün helin'in 'kraliçenin pamuk prenses'ten güzel oluşu hikayenin inandırıcılığına sekte vuruyor' (aşağı yukarı buydu sanırım helin'cim söylediğin) yorumu açıkçası benim de aklımı sıkça meşgul eden bir soruydu. charlize öyle görkemli öyle tarifsiz bir kadın ki, ki yakın zamana kadar kendisine karşı hislerim hiç böyle değildi anlamadım ne zaman beğenmeye başladım ben bu kadını, sözüm ona bu 'güzellik yarışı'nda sayın hükümet theron'un karşısında durabilecek kişi stewart mıydı diye endişelenmemek imkansızdı. daha güzel kızlarımız yok muydu ki bizim diye düşünüp durduğumda da açıkçası genç yaşta böyle duru bir yüze sahip hiç bir oyuncu gelmedi aklıma. itibarlı biri olması gerektiğini de unutmayın bu arada. yani gidip de ünsüz birini oynatamazlardı.
fakat senaryo bu noktada devreye meselenin sadece güzellik olmadığını, önemli olanın iyilik ve aslında gençlik olduğunu öyle iyi sıkıştırmış ki, en azından beni kandırmasını başardılar.
lily cole da işte böyle bir göründü bir kayboldu. kendisini sinamaya verdi cole. çok da yakışıyor o garip yüzü ekrana doğrusu.
korktuğum bir taraf da avcıyla pamuk prenses'in ilişkilerinin karate kid'e filan dönmesiydi neyse ki korktuğum başıma gelmedi. aralarındaki öngörülebilir elektrik ve olayların ilginç döngüsü, sonunda ne olduğunu kestirebilir fakat bir türlü de emin olunamayışı herşeye tuz biber ekti.
az sonra karşılaşacağınız efektler öylesine güzel ki. ve onların filmin sonlarında bir de ağabeylerini izleyeceksiniz işte o zamn kendinizi şaşıracak ve bir o kadar da sevineceksiniz.
en güzeli de, kötü kraliçenin kendini içine soktuğu bu kısır döngüden ne denli yıprandığını gözlemleyebilmekti. hikayenin (masalın) içi öyle güzel doldurulmuştu ki, theron'un sık sık sulanan gözleri sahip olduğu güç ve kudretin onu nasıl da tükettiği belki de hep tahmin ettiğimiz ama asla üzerinde durulmayan detaylarıydı bildiğimiz pamuk prensesin.
biz tam yedi cüceyiz. biraz lord of the rings biraz da game of thrones'variyiz.
filmin bayağı ileri bir noktasına kadar görünmeyen cüceler için endişelenmektense a ne güzel, cücesiz bir pamuk prenses diye sevinirken, ortaya çıktıklarında bu pis yedili, hislerim hayal kırıklığındansa sevinçti daha çok sanırım. gerçek cücelerdense pek iyi tanıdığımız bob hoskins ve ian mcshane gibi adamların yüzleriyle karşılaşmaksa sürpriz oldu doğrusu!
şu videoda izlediğiniz sarışın adam kraliçenin kardeşi finn. öyle harika ki!
bu da florence and the machine'in film için kotardığı parça ve bir de klibi. şu düzgün versiyonu bulabilmek için ise bugüne kadar beklemem gerekti.
ps: şimdi de içimi prometheus için bir korku sardı. hayal kırıklığına uğramamayı ümit ederek uykuya yatıyorum.