önerilen ve önerilmeyen izlenceler.

bu aralar karşıma çok iyi filmler çıkmamasının başlıca sebebi çok fazla 'şey' izleyemiyor olmam.
izlemeye karar verdiğim anlardaki ruh ve medeni halim de pek faydalı olmadı doğrusu.
tabii bu yine de haftasonunuzu, iş sonrası ayağınızı uzatıp tv karşısına geçeceğiniz akşamınızı keyif (ya da korku) içinde geçirmenizi kolaylaştıracak tavsiyelerde bulunmama engel değil.
çünkü ne de olsa normal bir insanoğluna göre 'bir şeyler izleyerek' geçirdiğim vakitler ortalamanın oldukça üstünde, kitap okumaya yeniden başladığım aylarda bile.

böyle ağladığına bakmayın.

korku sineması:
silent house.
uzun zamandır hiç bu kadar korkmamıştım ve uzun zamandır hiç bu kadar çok neden korku filmi izliyorum ki ben deli miyim neyim diye sorgulamamıştım. şöyle özetliyim: o kadar çok korktuk ki, filmin sesini kısıp izledik efekt ve müziğinden daha da fazla etkilenmemek adına. sonuç iyi bir filme mi denk geldi? ne yazık ki hayır: seyirci olarak kendimizi kandırılmış hissettiğimiz bir üründü.


komedi sineması:
21 jump street.
türünün çok iyi bir örneği 21st jump street. hiç sevmediğim channing tatum'a tahammül etmemi sağladığı gibi az zamanda nice kilolar verip geri almış jonah hill'e beslediğim sempatiyi de artırmasını bildi. johnny depp'i filme ilham olan aynı isimli dizide tanıdığım doğru fakat 'sevmeye' başlamam arizona dream'i bulmuştu, burada da bir görünüp bir kaybolmuş, pek nüktedan. çerez, patlamış mısır ve kurabiye güzeli misali kafa dağıtabilirlik seviyesi yüksek bir saçmalıklar zinciri. tavsiye ediyorum.

ben bu sahnede omar sy'a birz aşık oldum..

iç ısıtıcı ev sineması:
intouchables.
vizyona girip de çok patırtı kopartınca klişelerine dayanamayacağıma dair önyargılı bir karar verdiğim intouchables ağzımın payını verdi. sıcacık, evet tanıdık, yakışıklı, zengin, komik ve yürek parçalamayan bir seyirlik

bazı aktörler paraya ihtiyaç duyduklarında yanlış film ve senaryo seçimleriyle izleyici kaçırtıyorlar.

yakınından bile geçilmemesi gereken ev sineması:
meeting evil.
insan (yani ben) samuel l. jackson'ı, luke wilson'ı görüp kanıyor. iyi bir şey bekliyor. fakat o insan çok yanılıyor. film öyle kötü ki, jackson bir noktada (hatta birden fazla) kendini pulp fiction'ın setinde sanmış olacak vaaz vermeye başlıyor. hiç olmuyor.


dizi (22'lik):
arrested development.
birkaç gündür buradan da duyuruyorum, arrested development, hiç izlememiş ya da benim gibi yarım yamalak izlemişler için altın madeni değerinde. (altının madeni oluyor muydu? nehir kenarında süzgeçten su geçirerek elde edilmiyor muydu sanki, emin olamadım) absürditenin doruklarında gezinen dizi hiç bitmesin istiyorum fakat bu hızla tüketirsek yeni sezonun başlangıç tarihinden önce aylar ve aylar beklememiz gerekeceğini de biliyorum.

girls.
dün bir arkadaşıma bahsederken belki de hala bazılarınız tarafından keşfedilmemiş olabileceği aklıma gelen girls'ün altını çizmek, üstünde durmak ve tırnak içine almak isterim. lena dunham, juno'yla hızlı bir çıkış yakalayan ve ümit vermeyi hala yitirmeyen diablo cody'nin bağımsız, sivri dilli, gerçekçi ve komik tahtını tüm kuvvetiyle (ki kuvvetli bir kız) sallıyor. tiny furniture ile sevip, ilk filmi tiny furniture'ın sanki devamını getirmekte olduğu girls'ün ikinci sezonunu çok yüksek ve haklı heyecanlarla beklemekteyiz.

will mcavoy (jeff daniels) en sevdiğimiz anchorman olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. geçenlerde ise böyle bir altyazıya ihtiyaç duydu. çok güldük.

dizi (takriben 52 dakika):
the newsroom.
çok bekledik, çok heyecanlandık. çok yazdık. paylaştık. hepsine de değdi. the newsroom zaman zaman çok konuşsa, ukalalık da yapsa, bağrımıza basılası bir dizi. güvenilir kaynaklardan aldığım bilgiler cnbc-e'nin son bahar ekranındaki yerini de alacağını söylüyor. bunlar hep güzel haberler. beklediğinize değecek.

izledikçe paylaşmaya devam ediyor olacağım, sevgilerim seyrantepe'den gelsin bu yaz akşamında.
d.