mrs french

yüzüğün taşının boyutlarına dikkat.
ben çok sıkıldım bu üst sınıf simgelerinden sevgili izleyiciler. bu kalıplardan bu samimiyetsizliklerden. sonuçta mutluluk getiriyor mu? taşı satıp maldivler'e ya da barselona'ya filan gidersen belki...

ben woody allen'ın (kendi oynamadığı) her filminde yeni bir 'ben' yarattığını düşünüyorum. owen wilson bunların arasında (midnight in paris) en başarılı olandı bugüne dek. larry david de fena sayılmazdı (whatever works) ama şimdi iş bir başka boyuta geçiyor, blue jasmine'in jasmine french'i cate blanchett beyazperdenin en yeni woody allen'ı olarak çok iyi (şaşırmamak gerek) bir performans sergiliyor. yan karaktrerlerin tümü çok iyi. bir tek peter sarsgaard biraz sönük kalıyor belki, ya da saf. filmin tek bir saniyesi bile boş geçmiyor, hızla, dolu dolu ilerliyor. aynı nefes almadan konuşan jasmine karakteri gibi, gerildikçe terleyen, saçı başı dağılan, makyajı akan hermes çantalı, roger vivier ayakkabılı, chanel kemerli, ceketli, kolyeli mrs french...


notlar
louis ck kendi hayatından artırdığı tüm enerji ve neşeyi blue jasmine'e saklamış sanıyorum, gerçeğinin tam tersi olmayan al karakterini çok sevdim, azıcık görünüp kaybolmasını da.

chili rolündeki bobby cannavale zaten hep sevdiğim bir oyuncuydu, yıllar içinde sex and the city'den (funky tasting spunk!) boardwalk empire'ın vahşi italyanı gyp rosetti'ye pek değişken bir skalanın içinde enfes işler çıkardı kendisi (hatta emmy'yi de kaptı bu sene, emmyler konusuna ayrıca değineceğim)

alec baldwin'in boyalı saçları, beyaz yerleri daha da kızıl parlayan yaşlı erkek saçları da pek nefis pek lezizdi. film boyunca ne kadar az görünürse o kadar iyi olur diye düşündüm. zaten bence kendisi 30 rock'la birlikte final yapmalıydı. evde yeni doğan bebeğine vermeliydi kendini.


ps: bir filmin basın gösterimine gitmeyeli ne kadar uzun zaman oldu, sonuncusu neydi hatırlayamıyorum bile. (eat, pray, love mıydı acaba? gitmesem de olurmuş) umarım bu yeni bir başlangıç olur sevgili izleyiciler...