Geç İntikal: Only Lovers Left Alive



Altın Koza ve Antalya festivallerindeki gösterimleri kaçırmam normaldi de Filmekimi'nde de bir türlü buluşamayınca kalbimin artık biraz kırıldığını ve sonrasında kanuni olmayan yollardan kendisine ulaşmaya çalıştığımı itiraf etmekte bir sakınca görmüyorum. Zaten başaramadım da. Kısmet, Türk sinemasını, daha doğrusu, gişesini ayaklandıran Eyvah Eyvah 3 ve Recep İvedik 4'ün de vizyonda olduğu, hatta hiçbirine en ön sıra dışında bilet kalmadığı, bu bilgileri de uzunca bir süre beklemek durumunda kaldığım, nereden başlayıp nerede bitti belli olmayan bilet kuyruğunda öğrendiğim bir cumartesi akşamınaymış.


Son dakikaya kadar, çünkü nazar değer, aile üyelerimin hepsinden saklayarak gittim Metorcity'nin içinde bence yeni sayılan ama aslına bakarsanız bir yıldır açık olan Cinema Pink'e. Nazar durumu da şöyle, bunca popüler filmin gösterildiği bir sinema kompleksinde, 19:00 gibi 'prime time' bir vakitte 'Sadece Aşıklar Hayatta Kalır'ın oynayabileceğine, ne kadar tüm kaynaklar bilgiyi doğrulasa da, pek ihtimal vermiyordum. Salon otoritelerinin derhal yukarıda bahsettiğim gelir kaynaklarından biriyle Tilda Swinton'ın yerini değiştirmeleri 16:30 itibariyle çoktan gerçekleşmiş olabilirdi. Ama neyse ki olmamıştı. Ben de başım dik haber vermem gereken kişilere sinemada olduğumun ve bir süre ulaşılamayacağımın bilgisini artık ulaştırabilirdim.

Sinemasevere bir not: Cinema Pink'in dokuzuncu salonuna ulaşmak, özellikle de yukarıda bahsedilen iki filmden birinin çıkış, diğerinin ise giriş saatine denk gelirseniz iş çıkışı metrobüse binmek kadar zor; elinizde sıcak kahve taşıyorsanız ise acılı.

Tilda Swinton ve son zamanların beyaz perdeye en çok yakıştırdığım yüzlerinden, bir Thor keşfi, nam-ı diğer Loki, Tom Hiddleston'ın başlıkta da adı geçen 'âşıklar'ı canlandırdıkları film; belki biliyorsunuz, yüzyıllardır birlikte olan, arada evliliklerini de tazelediklerini öğrendiğimiz, (sonuncusu 1868'te gerçekleşmiş) takma olup olmadığını bilmediğimiz isimlerinin (Adam & Eve) haklı bir şüphe uyandırdığı, (yani bazı kaynaklara göre belki de vampir soyundan geliyoruz) iki kan emicinin birkaç haftasını anlatıyor.


Avlanmayı bırakmış görünen çifttin Eve'i Fas, Tanca'da yaşıyor, Adam (adam) ise ABD, Detroit'te. İletişimlerini telekinetik yöntemlerle sağladıklarını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, sponsorları Apple, tercih ettikleri aygıt ise iPhone 4 (belki de 4S). Adam'ınkini hiç görmüyoruz vak'a, ama FaceTime yapabilmelerinden onun da bir iPhone sahibi olduğuna kanaat getiriyoruz. Ne de olsa Adam analog bağımlısı bir nesiller adamı, zamanında Schubert'e beste verdiğini de öğrendiğimiz (Adagio'yu ama sadece) bu adam hep geri planda kalmayı tercih eden, son üretimlerinden biri nasıl gece alemi tarafından keşfedilmiş bilemeyen, melankolik yapıda birisi. Filmin ilk sahnelerinden birinde Anton Yelchin'in canlandırdığı tedarikçisi Ian'dan kendine mümkün olan en yoğun ahşaptan bir, sadece bir, mermi istemesi de bundan; bu dünyanın yükünü, 'zombi' adını verdiği insanların aptallığını (türümüze olan yaklaşımı Matrix'teki Ajan Smith'inkini andırıyor) daha fazla kaldıramayacak. Önce petrol savaşları, sonra bir türlü görmek istemediğimiz susuzluk tehlikesi ve açlık onu çok germiş. Ian dışında kimseyle temasta değil, ha bir de birkaç ayda bir ziyaret ettiği laboratuvar çalışanı Dr. Watson yani Jeffrey Wright var, ondan kan alıyor, 0 Rh Negatif ise en sevdiği. Adam'ın sahte doktor kimliğinde yazan isim ise Dr. Faust. (hah!) Yine de Wright ona Dr. Strangelove ve Dr. Caligari gibi isimlerle seslenmeyi ihmal etmiyor. Çok solgun göründüğünü ve biraz D Vitaminine ihtiyacı olduğunu da sözlerine eklediğinde, karşısındakinin bir vampir olabileceğine dair şüphesine, hızlı bir kabullenişle karışık çılgın merakından ve korkusundan biz de haberdar oluyoruz çünkü Wright tüm bu duydukları tek bir bakışıyla anlatmakta hiçbir zaman zorlanmamış gerçek bir bukalemun-aktör.


Yaşadıkları dünya Twilight ya da True Blood'dan nasibini almış mı bilemiyoruz fakat sarımsak ve izin verilmeden bir eve girilmez türünden tanıdık bilgiler burada da mevcut. Oldukça tekdüze yaşantıları Eve'in Detroit'e Adam'ı ziyarete gelmesiyle, ardından da yüzlerce yıllık hayatından beklenmeyecek havailikteki kız kardeşi Ava'nın (insan ya da vampir, bazısı hiç değişmiyor) ortaya çıkmasıyla biraz hareketlense de, vampir olmaları bir yana, çiftin dokunulmaz gibi görünen huzurları bulaşıcı.


Filmin o çok güzel müziklerinin (müziğinin) kime ait olduğunu özellikle de Adam Eve'e Detorit'te Jack White'ın doğup büyüdüğü evi gösterdikten sonra çok merak ettim. Film boyunca Adam'ın bir yapıtı olarak eşlik eden meodi Danimarkalı besteci Jozef Van Wissem'e ait. Sonra bir de Yasmine Hamdan gerçeği var ki, Swinton'ın kuzey ışığıyla soğumuş izleyicileri tüm oryantalizmiyle kavrayıveriyor. Müziği de zira... John Hurt'ün canlandırdığı, Eve'in kadim dostu Marlowe'la vedalaştıktan sonra her şeyden vazgeçeceklermişçesine güneşin doğmasını bekledikleri finaldeki minik sürpriz ise tam da yönetmen Jim Jarmusch'tan gelebilecek nitelikte.