Son dakikaya kadar, çünkü nazar
değer, aile üyelerimin hepsinden saklayarak gittim Metorcity'nin
içinde bence yeni sayılan ama aslına bakarsanız bir yıldır açık
olan Cinema Pink'e. Nazar durumu da şöyle, bunca popüler filmin
gösterildiği bir sinema kompleksinde, 19:00 gibi 'prime time' bir
vakitte 'Sadece Aşıklar Hayatta Kalır'ın oynayabileceğine, ne
kadar tüm kaynaklar bilgiyi doğrulasa da, pek ihtimal vermiyordum.
Salon otoritelerinin derhal yukarıda bahsettiğim gelir
kaynaklarından biriyle Tilda Swinton'ın yerini değiştirmeleri
16:30 itibariyle çoktan gerçekleşmiş olabilirdi. Ama neyse ki
olmamıştı. Ben de başım dik haber vermem gereken kişilere
sinemada olduğumun ve bir süre ulaşılamayacağımın bilgisini
artık ulaştırabilirdim.
Sinemasevere bir not: Cinema Pink'in dokuzuncu salonuna
ulaşmak, özellikle de yukarıda bahsedilen iki filmden birinin
çıkış, diğerinin ise giriş saatine denk gelirseniz iş çıkışı
metrobüse binmek kadar zor; elinizde sıcak kahve taşıyorsanız
ise acılı.
Tilda Swinton ve son zamanların beyaz
perdeye en çok yakıştırdığım yüzlerinden, bir Thor keşfi,
nam-ı diğer Loki, Tom Hiddleston'ın başlıkta da adı geçen
'âşıklar'ı canlandırdıkları film; belki biliyorsunuz,
yüzyıllardır birlikte olan, arada evliliklerini de tazelediklerini
öğrendiğimiz, (sonuncusu 1868'te gerçekleşmiş) takma olup
olmadığını bilmediğimiz isimlerinin (Adam & Eve) haklı bir
şüphe uyandırdığı, (yani bazı kaynaklara göre belki de vampir
soyundan geliyoruz) iki kan emicinin birkaç haftasını anlatıyor.
Avlanmayı bırakmış görünen
çifttin Eve'i Fas, Tanca'da yaşıyor, Adam (adam) ise ABD, Detroit'te.
İletişimlerini telekinetik yöntemlerle sağladıklarını
düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, sponsorları Apple, tercih
ettikleri aygıt ise iPhone 4 (belki de 4S). Adam'ınkini hiç
görmüyoruz vak'a, ama FaceTime yapabilmelerinden onun da bir iPhone
sahibi olduğuna kanaat getiriyoruz. Ne de olsa Adam analog bağımlısı
bir nesiller adamı, zamanında Schubert'e beste verdiğini de
öğrendiğimiz (Adagio'yu ama sadece) bu adam hep geri planda
kalmayı tercih eden, son üretimlerinden biri nasıl gece alemi
tarafından keşfedilmiş bilemeyen, melankolik yapıda birisi.
Filmin ilk sahnelerinden birinde Anton Yelchin'in canlandırdığı
tedarikçisi Ian'dan kendine mümkün olan en yoğun ahşaptan bir,
sadece bir, mermi istemesi de bundan; bu dünyanın yükünü,
'zombi' adını verdiği insanların aptallığını (türümüze
olan yaklaşımı Matrix'teki Ajan Smith'inkini andırıyor) daha
fazla kaldıramayacak. Önce petrol savaşları, sonra bir türlü
görmek istemediğimiz susuzluk tehlikesi ve açlık onu çok germiş.
Ian dışında kimseyle temasta değil, ha bir de birkaç ayda bir
ziyaret ettiği laboratuvar çalışanı Dr. Watson yani Jeffrey Wright var, ondan
kan alıyor, 0 Rh Negatif ise en sevdiği. Adam'ın sahte
doktor kimliğinde yazan isim ise Dr. Faust. (hah!) Yine de Wright
ona Dr. Strangelove ve Dr. Caligari gibi isimlerle seslenmeyi ihmal
etmiyor. Çok solgun
göründüğünü ve biraz D Vitaminine ihtiyacı olduğunu da
sözlerine eklediğinde, karşısındakinin bir vampir olabileceğine
dair şüphesine, hızlı bir kabullenişle karışık çılgın
merakından ve korkusundan biz de haberdar oluyoruz çünkü Wright tüm bu
duydukları tek bir bakışıyla anlatmakta hiçbir zaman zorlanmamış
gerçek bir bukalemun-aktör.
Yaşadıkları dünya Twilight ya da
True Blood'dan nasibini almış mı bilemiyoruz fakat sarımsak ve
izin verilmeden bir eve girilmez türünden tanıdık bilgiler burada
da mevcut. Oldukça tekdüze yaşantıları Eve'in Detroit'e Adam'ı
ziyarete gelmesiyle, ardından da yüzlerce yıllık hayatından
beklenmeyecek havailikteki kız kardeşi Ava'nın (insan ya da
vampir, bazısı hiç değişmiyor) ortaya çıkmasıyla biraz
hareketlense de, vampir olmaları bir yana, çiftin dokunulmaz gibi
görünen huzurları bulaşıcı.
Filmin o çok güzel müziklerinin
(müziğinin) kime ait olduğunu özellikle de Adam Eve'e Detorit'te Jack White'ın doğup büyüdüğü evi gösterdikten sonra çok merak ettim. Film
boyunca Adam'ın bir yapıtı olarak eşlik eden meodi Danimarkalı besteci Jozef Van Wissem'e ait. Sonra bir de
Yasmine Hamdan gerçeği var ki, Swinton'ın kuzey
ışığıyla soğumuş izleyicileri tüm oryantalizmiyle
kavrayıveriyor. Müziği de zira... John Hurt'ün canlandırdığı, Eve'in
kadim dostu Marlowe'la vedalaştıktan sonra her şeyden
vazgeçeceklermişçesine güneşin doğmasını bekledikleri
finaldeki minik sürpriz ise tam da yönetmen Jim Jarmusch'tan
gelebilecek nitelikte.