ne güzel bir sahnemizdin sen: A TIME TO KILL


çok sevdiğim filmler listesindeki yeriniz uzun süre korumuştu yayınlandığı yıllarda a time to kill. (baba nasıl? büyütüyorum artık film isimlerini)
benim matthew mcconaughey'le tanışmam da bu filme rastlar.
bugünlerde genç kızlarımıza, oğullarımıza 'aman tanrım bu adam ne kadar da yetenekliymişsin aslında!' naraları attıran tüm o romantik komediler sonra gelir yani...

ki romantik komediler iyisi zor bulunan bir kategori olduğundan tarafımdan asla aşağılanmazlar matthew'nun iyi bir örneğinde oynadığını görmüşlüğüm olmasa da. (aklıma sırasıyla jennifer lopez'in m&m'slerinin sadece kahverengi olanları yediği the wedding planner, sonra kate hudson'lı fool's gold ve how to loose a guy in 2 weeks, failure to launch geliyorlar)

filmde amerika'nın güney kasabalarından birinin küçük çaplı avukatı matthew mcconaughey nedense sarışın bir ashley judd (sookie stackhouse gibi düşünün, güneyde herkes ya zenci ya da sarışın olmalıymışcasına) ile evlidir, ona yardıma gelen bir başka avukat olan sandra bullock'la birbirlerinden birazcık hoşlanırlar, ama yalnış hatırlamıyorsam ilişkileri ufak bir öpcüğün ötesine geçmez, çünkü matthew gerçek bir delikanlıdır ve durmadan garip sigaralar içer (hintlilerin bidisi desem değil, sarma desem değil, çiğnediği tütünleri yeniden birleştirip sigara şekline getirip yakıyor desem o da değil).
kendisi samuel l. jackson'ın avukatıdır aynı zamanda. (aynı zamanda mı? filmin tüm meselesi bu zaten, ah deniz ah) dehşet verici bir şekilde tecavüze uğrayıp ölümden son anda kurtulan, ama ölmekten beter edilen küçük kızının öcünü almak üzere mahkemede tecavüzcülerden birini (yoksa ikisini mi) öldüren baba, sonuna kadar haklıdır. tecavüzcülerin başı ise kariyerinin başlarında neredeyse sadece kötü adam olarak izlediğimiz (günahlarını affettirmek için 24'te rol aldı sonra) tüm kötülüklerin efendisi kiefer sutherland'dir.
ve evet bazen öldürme zamanıdır.
film boyunca şüphemiz hiç eksilmeden bu adamın masum olduğunun kanıtlanmasını bekleriz.
mcconaughey'in bu konuşması içimize su serper, ama şimdi olsa o küçük kızın başına gelenleri hak edecek bir giysi giydiği ya da o şekilde davrandığı yönünde çıkacak kararı bekleriz, hınçla da olsa bunu böyle olacağını biliriz.

çünkü bu erkekler bacaklarını belki tacizkar hayalleriyle, belki beyinlerini düşünmek için kullanamadıklarından, belki de bunun en büyük hakları olduğunu düşündüklerinden hep açarak oturdular. oturmaya da devam edecekler. işin kötüsü hala da elmaya gelir konu. başka bir bahane gelmez akıllarına. o elmanın altından çok sular aktı oysa, rahatlayabilseniz artık keşke, biz de rahatlasak böylelikle, bir rahat yürüsek, bakışlarınızın, ellerinizin, dizlerinizin tehdidinden uzak.