görkem mi dediniz?

az sonra bahsedeceğim bundan daha sade, siyah-beyaz bir görüntüydü.
google images bana aradığımı vermedi bu defa...

dün sabah kanyondaki, daha önce hiçbir basın gösteriminde karşılaşmadığım bir manzaraydı.



sabah 09:30'da multipleksin en büyük salonu olan numara 5'te gerçekleşen Kış Uykusu basın gösteriminden başkası değildi uykucu sinemacıları oraya getiren.
salonun tamamı doluydu, merdivenlerde oturanlar vardı...


filmler aday oldukları ya da kazandıkları önemli festivallerin logolarına yer verirler başlangıçlarında, kış uykusu da aynısını yaptı.
kapkara ekranda, bembeyaz bir palm d'or logosu çıktı karşımıza.
normalde etkilenebileceğim aklıma gelmeyen bu sahne ekranda bir süre daha donakalsın ve içime sindireyim istedim.

ceylan'ı şahsen tanımıyorum, arkadaşım ya da akrabam değil.
ama sinemasını yıllardır takip ediyorum ve milliyetçi biri olmasam da, en az benim kadar milliyetçi olmadığından emin olduğum birisinin dünyanın bana göre en prestijli sinema ödülünü kazanması içımde filmi kadar görkemli ve tarifsiz hisler doğuruyor.

evet, kış uykusu çok görkemli bir film.
karşısında tepkisiz, teşekkürsüz, bravo'suz kalmak imkansız.
üç saat 16 dakikanın hiçbir salisesini eksiltmenize imkan yok. 
zaten istemiyorsunuz da.
çünkü hiç sıkılmıyorsunuz.
çişiniz gelmiyor, acıkmıyorsunuz da...

(salonda filmin bitmesine 45 dakika kala daha sonra teknik olduğunu anladığımız bir kesinti yaşandı. insanlar uzun sayılabilecek bir süre boyunca yerlerinden kıpırdamadılar, nihayetinde ışıklar yandı, o zaman hareket de başladı. şahsen yerimden kalkmadım, ne zaman biteceği belli değildi ve bir sahneyi bile kaçırmak istemedim. gösterimdeki en önemli sorun ise film başladıktan 15-20 dakika sonra bile salona yeni izleyici almaya devam etmeleri oldu. ki salonda merdivenler dışında yer de kalmamıştı... geç gelenlerden biri olan ömür gedik bile -o platin rengi saçları, o havada duran at kuyruğunu karanlık bir salonda bile tanıyorsunuz- bir süre şaşkınca etrafına bakındıktan sonra gözüne bir yer kestirip oturdu.)


haluk bilginer'inki tiyatroya gitmediğim ve televizyon izlemediğim için uzun zamandır görmediğimiz bir yüz duymadığım, bir sesti.
tekrar karşılaşmak çok güzel oldu.
ekranı nasıl da hızlı doldurabildiğine şahit olmak bir şans.
aktörleri sevmem, uzaktan evet, önyargıyla belki, ama o en gereksiz anlarda bile oyunculuklarının araya girmesi durumu benim gibi düz sever bir insan için kabul edilemez. tiyatroyu da o yüzden yaklaştıramıyorum kendime zaten.
bilginer'ın aydın'ı, etrafındakilerin ona olan tutumu, göz kaçırmaları, bıyık altıdan gülmeleri belki, onun tüm bunların uzağında, tüm oyunculuğunun arkasında aslında her şeyin farkında oluşu, ama umursamaya tenezzül bile etmeyişi, ve bu süregiden pardoninin sonlarına doğru karşımıza çıkan gerçek yüzü...

kardeşi rolündeki demet akbağ aynı derecede muhteşemdi. fazla şehirli yüzü sonunda ait olduğu setteydi. aydın ile arasında geçen o uzun, sakin tartışma diyaloğunu izlemek ise doyumsuz bir zevkti.


melisa sözen ne acayip bir güzellik... aydın'ın nihal'e bakışlarına ne de güzel cevap vermiyor, ne güzel zorluyor, o gerginlik, o kimbilir ne kadardır (iki yıldan az değil) süren soğuk savaş daha güzel oynanamazmış...


kış uykusu'nda mevsim geçişi öyle yumuşak resmedilmiş ki...

gösterimdeki bir diğer ilginç şey ingilizce altyazının olmayışıydı. buna şahsen sevindim, ekranı koca fontlarla paylaşmayı istemezdim. ama salonda benim bildiğim en az iki yabancı vardı. ve sayıları eminim benim bildiğimden fazlaydı. türkçesi iyi olanlar tamam ama, bu kadar çok sesli, sözlü bir filmde altyazı bence gerekliydi. acaba vizyonda ne olacak?

kış uykusu yarın (13 haziran, iyi ki doğdun halacım) türkiyede 150 salonda birden gösterime giriyor. keşke siz de ara vermeden izleyebilseniz.