bugün neler izledim 27.08.2014

dizinin en güzel kadını ya da jacqueline bisset

bugün geçen hafta başladığım dancing on the edge maceramı finalize ettim. dizi aslında beşinci bölümde bitmiş gibi yaptı ama bir altıncı bölümü olduğunu ben zaten biliyordum. o altıncı bölüm de hayli ilginçti. fazla bilgi vermeyeyim ama bir cinayet aydınlandı gibi oldu... dizide oscar adayı chiwetel ejiofor ile başroldeki matthew goode'u sonunda ingiliz aksanıyla izlemek çok hoştu. bir de kostümler, ah o kostümler, ve mekanlar. müthiş bir produksüyondu. ingilizler bu işi biliyor dostum! dizinin kendisi bazı bazı ilerleme sorunları yaşasa ve detaylarda kaybolsa da kabulümdü, canınız şık porselenlerle oturacağınız bir çay saati sofrası çektiğinde derhal başvurunuz.





hah tabii, bir de the strain'imiz vardı, emmy'ler yüzünden aksamıştı. dün onunla da aramızı kapattık. izliyorum ama görev icabı gibi izliyorum ne yalan söyliyim. yani merak ediyorum evet, ama bir yandan da etmiyorum, yani zombi olsun vampir olsun bunların hep kafalarına vurmak gerekiyor bunların sonuçta. yanınızda sivri bir şey taşımanız şart eğer vampir tehdidi altındaki bir beldede ikamet ediyorsanız. bir de güneş en yakın dostunuz. aydınlıktan pek haz etmiyorlar bunlar. haçmış, duaymış bunlar da işe yaramıyor. tek olumlu şey de dünkü bölümün sonunda yine vampir görünümlü ama vampir olmayan bireylerin insanlara yardım etmesi oldu. vampirliği aşmak gibi. bunun da kökenine indik mi sonrası sırf macera. bilgileri böyle hemen dayamıyorlar ki merak edelim.

aramızda her şey yolundaymış gibi çek pampa!



bu arada hangi gündü o ben the leftovers'ın dokuzuncu bölümünü izlediydim? pazartesi mi? işte o bölüm mükemmeldi! aşırı iyiydi. sonunda böyle tatminli bir bölüm olduğuna nasıl sevindim anlatamam. hele de dizide theroux'nun 'estranged' karısını canlandıran laura brenneman'ın başına gelenler? o hani son saniyede? izlediniz mi bilmiyorum, ama ana karakterlerin 14 ekim'ine giden bir bölümdü hani dünya nüfusunun %2'sinin ortadan kaybolduğu o meşhum güne. sonunda sessizliklerin sebebini anladık. bitmiş kağıt havlunun da. wow. arkasından oturup yeniden dinledim bu parçayı. çünkü bugünlerde dinlediğim en iyi soundtracklerden...



bir iki romantik dakika bizim de hakkımız!

gece ise tilki misali forbrydelsen'e (the killing) geri döndüm. bölümü henüz bitirememiş olsam da çök önemli anlar yaşandı. sonunda strange lund'u öpmeye kalkıştı. lund istemedi. tam ikna olmuş strange'a doğru eğiliyordu ki bu sefer de kapı çaldı. aslında kapı üçüncü kez çalmaktaydı, ama strange'ın aklı ancak başına gelmişti. biz izleyiciler içın çok olağanüstü bir andı. çünkü lund türkan şoray kurallarını benimsemiş br oyuncu. ya aslında bu da yalan, ilk sezonda basbayağı isveçli sevgilisi vardı, ama işte yürümedi o iş...

hee evet yine sen kazanmıştın değil mi...

sonra işte digitürkün dizi kanallarına dalip daha önce izlemiş olduğumuz bir american dad izledik. sonra dedik ki, ben demedim bunu kocam dedi, the big bang theory'ye mi başlasak acaba dedi, yemek sırasında izleyecek bir şeylerin yoksunluğu içindeyiz ya dedi. şimdi ben biliyorum en başından girsem, biraz beklesem, sabretsem, severim, heyecanla bir sonraki bölümü de beklemeye başlarım bile hatta. ama bu esprilerin hepsi artık o kadar çok yapıldı ki, hele bir de o kahlaha efektleri filan, hakkaten dayanılır gibi değil... neyse dediğim gibi, yine de büyük konuşmayayım, şu yemekte izlenecekler meselesi bizim evde büyük olay. hatta son birkaç haftadır 'yemek filmi' diye bir konsept geliştirdik. hafif, genelde komedi türündeki filmleri yemekte izlemeye başlıyor bir sonraki öğünde de kaldığımız yerden devam ediyoruz...