(aaa 24102014! yani o kadar da değilmiş)
enteresan bir hafta bizleri bekliyor onu hemen belirteyim.
annabelle var korku kategorisinden ki ben çok istiyordum görmeyi basın gösteriminde mesela, ama kısmet değilmiş, işler başımızı aştı bugünlerde. dün yargıç/the judge öncesi fragmanını izledim nasıl olduysa ilk defa şöyle adamakıllı, ve korktum. the conjuring'in spin off'u bu biliyorsunuz (yoksa bilmiyor muydunuz tçık tçık...), ve the conjuring bence korku sinemasının son yıllardaki en iyi örneklerinden. insidious'tan sonra tabii. ha bir de the babadook/karabasan.
aşkın halleri hakkında konuşabilirim, çünkü geçen hafta filmekimi'nde izlediğim son film oldu. (isveçli turist'i izleyecektim bir de arkasından geçen cuma günü ama salona almadılar! böyle de bir hikayem oldu evet. beyoğlu sineması bir anda çok avrupai bir davranış sergileyerek filmi vaktinde başlatma kararı almış, çok haklılar aslında, ama hemcinsleri (bkz. city's, ve kendisi de aslında) aynı hassasiyeti asla göstermediklerinden, örneğin filmin 20. dakikasında bile omzunuzu, dizinizi çantasıyla ya da kendi diziyle hırpalayarak geçen seyirciler olduğundan, ben iki dakikayla en çok izlemek istediğim filmlerden birine girememiş oldum. neyse, dersimi aldım. kurallara her zaman uy sen denizcim.) aşkın halleri/the disappearance of eleanor rigby'ye gelecek olursak, film beklediğimden, nasıl desem, daha 'temiz' daha 'steril' çıktı. jessica chastain ve james mcavoy gayet iyiler. ama onların dışında üç sürpriz daha var. sırasıyla; viola davis harikalar yaratıyor. ardından ciaran hinds geliyor. aslında bunları söylemese miydim, fragmanda görünmüyorlar ne de olsa. ve benim için gerçek birer sürpriz oldular. neyse başladım artık bir kere! tabii ki isabelle huppert, ve sonra da william hurt geliyor. film bir aşk hikayesini anlatıyor. pek dramatik, hatta trajik bir aşk hikayesi. sonlara doğru ortaya çıkan ama sizin kendi kendinize de aşağı yukarı keşfedebildiğiniz bir de gizemi var. çok iyi oynanmış, evet. ama bu kayırılmış hayatlar yaşayan üst tabakanın halleri durumun gerçekliğini biraz hafifletiyor. yine de dediğim gibi, mutlaka izlenmesi gerekenler statüsünde yer almaya devam ediyor.
bir de fury var. brad pitt'in başrolünde oynadığı filmin vizyon vaktinin bu kadar hızlı gelip çatacağını bilmiyordum şahsen. sevinmedim de üzülmedim de bu duruma. filmde pitt'in son zamanlarda tanıdığı en iyi aktör olarak damgaladığı shia labeouf da var. bu son zamanlardaki kendini toparlama kampanyalarının bir parçası mı bilmiyorum, ama pitt'in yorumunun the interview kapağı ve aktörün kendisinin ellen sow performansı kadar etkili olduğu tartışılmaz. neyse canım herkes hata yapar ve ikinci, üçüncü şansların verilmesi gerektiğini savunuyorum ben pişman olduğunu dile getirmeye çekinmeyen insanlara. uzun lafın kısası fury bir ikinci dünya savaşı filmi ve bir tankın içinde geçiyor....
nergis hanım haftanın en iyi yerlilerinden, benim bildiğim. istanbul film festivali'nde izlemiştim. settar tanrıöğen ve zerrin sümer bu sıkıntılı filmi çok iyi canlandırmışlar. alzheimer hastası bir yaşlı kadın ve onunla yaşayan orta yaşlı oğlu dersem anlayacaksınız meselenin nereye gidebileceğini... festivalde yönetmeni görkem sarkan'a en iyi ilk film ödülünü getirdiğini de hatırlatayım.
24 ekim'de vizyona gireceklerden biri olan what if/ya aşksa hakkında şurada konuşmuştum. tatlı bir film olduğunu da tekrar edeyim. http://bit.ly/10dCP9Z
24 ekim haftası ayrıca; birleşen gönüller; delisin! delisin!; kağıttan kayıklar; sabit kanca 2 de vizyona girecekler.