en iyi 'yeni' komedilerden sonra, hem yeni hem de yıllardır sürmekte de olsalar kanımızı kıpırdatan drama dizilerine odaklanıyorum şimdi de. ağzım sulanıyor, özlemim artıyor, duygularım karışıyor ve çatışıyor. sanırım şu an her şeyi bir kenara bırakıp kek yapacağım. (yaptım.)
sevgiler,
deniz
☞
the leftovers yavaş başladı. fakat senaryo altıncı bölüm itibariyle öyle güzel bir ivme kazandı ki, her bölümden gözleri yaşlı ayrılır oldum. hele o müzikler yok mu! ☚ tık tık
the affair yılın en güzel sürprizi belki de. drama, romans ve hafiflik hep doğru oranda. neredeyse bir pembe dizi ama değil. hem de arada bir pacey'yi görüyoruz içinde. dominic west her zamanki gibi kaba saba, çok doğru bir casting. ruth wilson ise rolünün hakkını öyle iyi veriyor ki o ördek ağzına çarpasım daha az geliyor.
how to get away with murder shonda rhimes'ın başyapıtı. daha hızlı, daha dinamik bir dizi daha bugüne dek izlemedim! müthiş bir şablona sahip, yıllardır ögrendiği her şeyi burada uyguluyor sanıyorum. her bölüm ayrı bir hikaye, üstüne bir de başından beri izlediğimiz flashback'li güncel zamanlı ana hikaye derken gözünüzü ayırmadan izliyorsunuz. gerçi benim favori kıymalı patates ya da bezelye pişirirken izlencem ama olsun, yine de gidiyor bir şekilde!
the good wife her sezon daha da güzelleşiyor. will gittikten sonra ne yaparız diye endişeleniyordum, o endişeler kursağımda kalıverdi. 6. sezonundaki dizi, her hafta izlemek için en çok sabırsızlandığım dizi hala. ve julianna margulies, yani alicia florrick, sen benim şarkılarımsın hayatım, çocukluk kahramanım pippi uzunçorap'sa, yetişkin irisi kahramanım da sensin, hep böyle kal ve eylülde gel canım. (ne eylülü, ocak sonu max!)
the newsroom, finali üçüncü sezonunda altı tanecik bölümle bu hafta başında yapıverdi. bunun en büyük sorumlusu ikinci sezon boyunca seyirciyi soğutan; ukala, uzun ve sıkıcı monologlar yazan yetenekli bay sorkin'den başkası değil. hatasını müthiş hareketli mini bir final sezonu yazarak telafi etti etmesine ama, umut vaat eden çok iyi bir kadrodan da mahrum bırakmış oldu bizleri. shame on you! (utan kendinden!)
fargo bol karakterli bol karlı bol yetenekli dizilerden. sonuç güzel. ikinci sezon neredeyse tüm kadro değişiyor. hatta çok sevdiğim kirsten dunst dahil oluyor ve 1979 yılına gidiyoruz, kasabamız yine aynı, ben ise şimdiden heyecanlıyım.
true detective listenin böyle ortalarında durmasına bakmayın, açık ara, geçen yıl tanıştığımız en iyi 'şey'di televizyonda. yeni sezonunu merakla beklettirecek öğeler gün geçtikçe artarken (rachel mcadams, colin farrell, taylor kitsch, vince vaughn) henüz ne yazık ki geri sayamıyoruz. bir de mümkün olursa biriktirip izleyeceğim, yürek dayanmaz öyle her bölüm arası bir haftaya!
orange is the new black'in ikinci sezonunu ben daha bir sevdim. hele finale yaklaştıkça çoşkum öyle arttı ki! yeni sezonu büyük heyecanla bekliyorum, ki daha çok bekleyeceğim ne yazık ki! :/
grey's anatomy; 11. yılında bir diziyi hala aynı heyecanla bekliyorsak alkışlamalıyız da bence dostlar. artık birbirine dokunmayan çift kalmadı, ayrılıklar katlandı, çocuklar evlat edinildi, kaybedildi, cenazeden cenazaye koşuldu. ama heyecan tükenmedi. işte bunlar hep shonda diyelim mi? bence diyelim!
true blood'ın bitmesine bu kadar üzüleceğim 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi! nasıl bir burukluk anlatamam... şimdi tek endişem oradaki hiçbir aktörün hayatlarının hiçbir noktasında bu kadar başarılı bir başka işe imza atamayacaklarını düşündüğümden kaynaklı. ama çok prematüre bir his bu, sonuçta anna paquin oscar sahibi ve gencecik bir kadın. alexander skarsgard desen, elini sallasa ellisi. stephen moyer de o saçlarını kestirdi mi tamam, ingiliz aksanı zaten kurtarıcı. pam, ah pam! krallara layıksın ama anlayana, mesela ben françois nars olsam, seni reklamlarımda oynatırdım, markamın yüzü yapardım!
hayal kırıklıkları
american horror story: freak show en ama en büyük hayal kırıklığım. bir yerde bir gün mesele toparlanacak diye bekliyorum, ama bugün 10. bölümü izledim, tık yok. karar verdim, en sevdiğim sezon akıl hastanesiydi. yani ikinci. bugünkü bölümde ona yapılan gönderme ne güzeldi mesela, önceki sezonlarda böyle zeki ilerleyişlere sik rastlardık. şimdi her bölüm daldan dala atlıyor ryan murphy, takip edemez hale geldim, o onunla ne zaman tanışmıştı, ne konuşmuşlardı da şimdi bunu yapıyorlar. sonra dandy karakteri mesela, bir türlü oturmadı yerine, doğaçlama yapıyor adeta karakterlerin her biri... gerçekten üzgünüm ama jessica lange'in (ve emma roberts'ın) mükemmel gardırobu bile yeterli değil ilgimi baki tutmaya.
masters of sex ilk sezonunda da zor ısındıdığım bir dizi olmuştu. sonra kendime kızmış tadını çıkara çıkara izlemiştim elimde kalan bölümlerini. nefes nefese biten o ilk sezonun ardından beklentilerimi çok yükselttim belki, ya da düzenli izleyemediğimden, yavan geldi bana ikinci sezon sevgili seyirciler. olmadı, olamadı. üçüncü sezona hazırım ama onu bilin, izlemeye devam yani.
the strain ah ne çok heyecanlandım ben senin için ah! ipler daha başından koptu bir de, ama izler gibi yaparken çok işler bitirdim, çok yazılar yazdım, mesajlar mailler attım, sen öyle arkada kendi kendine debelenirken...