BU HAFTA VİZYONDA: 19 aralık 2014


bakalım bu hafta neler giriyormuş viyona sevgili izleyiciler




haftanın kralı, ya da cücesi, artık ona siz karar verin, tabii ki hobbit: beş ordunun savaşı. ben basın gösteriminde izledim. neredeyse soluksuz izledim. ikinci filme göre kesinlikle daha iyi. yani soluksuz bile kalmaya dayanabilirsiniz çünkü süresi iki saat 15 dakika. ikinci film daha uzundu. ya da benim çok çişim gelmiş olduğundan artık ekranda ne oynadığını anlayamaz hale gelmiştim, bilmiyorum. ama orada tüm bu ejderha diyaloglarından filan da fena halde sıkıldığımı hatırlıyorum. burada tek fazla filmatik bulduğum şey birebir itişip kakışmalardaki tutarsızlıklar. bir ork'u 15 elf ancak öldürebilirken (mübalağa etme hakkımı kullanıyorum hakim bey), aynı ork hobbit bilbo'nun attığı çakıl taşlarıyla nasıl da bir anda devrilebilir ki? ama ben artık bu tip durumlara pek de kafayı takmamaya çalışıyorum, filmin akışını etkilemiyorsa, boşverin, görmezden gelin. bu arada o albino ork ne güzeldi öyle, hani buzulun içine giren, tüyler ürpertici olma anlamında bir güzellik. ejderhanın uçuşu da bir o akdar etkileyiciydi, gövdesi, görkemi. bir dakika durmam sinemaya kaçarım şu an sizin yerinizde olsam. ağzım sulandı.




hugh grant'a bakın szi, sessiz sedasız vizyona girivermiş bugün de yeni haberimiz oluyor. açıkçası bu filmi koşa koşa gidip sinemada izleyeceğimi sanmıyorum. ama yine de belli olmaz, insanın boş bir anına gelir, canı en yakın arkadaşıyla gidip biraz kikirdemek ister, patlamış mısır ister, e o an kim tutabilir ki sizi? gidersiniz, sorumluluk size aittir. çapkın profesör'ün asıl adı the rewrite, ve geçtiğimiz aylarda kendisinden şu şekilde bahsetmiştim...



bu haftanın bir diğer yıldızı da samba/hayatımın şansı. iki yıl önce intouchables/can dostum'la kendini ilk andan çok sevdiren eric toledano'nun yeni filmi. daha başlıklardan ne kadar sıcak bir pazar filmiyle karşı karşıya olduğunuzu anlamışsınızdır herhalde! ayrıca filmde charlotte gainsbourg, şu an halen sinemada fatih akın'ın kesik'inde başrolde izlemekte olduğumuz tahar rahim ve can dostum'da oynayan yakışıklı omar sy da var.



karda bir beyaz kuş/white bird in a blizzard yönetmeni gregg araki'yi sevip saydığımdan bir de şu shailene woodley'e bir şans daha vereyim diye izlediğim bir film oldu. eva green'in bir şekilde kendine yakışan şekilde giyinip taranabilmesine pek inanamadım. sürpriz son da sürpriz gelmedi, sadece woodley'nin büyüme hikayesi biraz belki, çocukluktan kadınlığa geçiş serüveni, ama o da yeterince içten değil hala... neyse, sonuçta büyük stüdyolar tarafından ilahlaştırılmaya başlanan genç aktörlerin bağımsız film yapmayı sürdürmeleri gerek. benim bu filmden çıkarımım bu, ama daha çok dün izlediğim şu söyleşiden (söyleşi deyince öye minik bir şey sandığınıza çök pişman olacaksınız, kadroya gel...)


heh. haftanın hobbit'ten sonra benim en sevdiğim filmi: sils maria:ve perde... / clouds of sils maria. juliette binoche, kristen stewart ve chloe grace moretz'in başrollerinde oynadıkları film starlık sistemini çok güzel anlatıyor. stewart'in oyunculuğunu beğeniyorum, her beğendiğimde de şaşırıyorum, alacakaranlık serisini arkasında bıraktığına seviniyorum (yukardaki linke tıklamanızı bu noktada bir kez daha önermek zorundayım, konuşmacılar arasında o da var ve tam da bunlardan bahsediyor). film geçen yıl cannes'da gösterildiğinde üç başrol aktrisin üçü de chanel'leriyle teşrif etmişlerdi geceye. filmin kendisi de resmen chanel sponsorluğunda. bu açıdan biraz tuhaf aslında, bir yanda da değil, sonuçta büyük aktrislerin hayatları söz konusu ne de olsa, ha bir de çok kısa bir an caroline de maigret görünüyor (aysu'cum notum sana)

bu hafta ayrıca: gittiler: şair ve meçhul; rüzgarla bir ve vay başıma gelenler! 2 buçuk da vizyona giriyor, İYİ SEYİRLER!