bu hafta vizyonda: 6 şubat 2015


bu haftasonu kendimizi sinema salonuna kapatabileceğimiz kadar çok sayıda iyi film vizyona giriyor sevgili izleyiciler. sizin adınıza ben heyecanlandım doğrusu!

ps: ben şubatın gelmesine çok şaşırdım sevgili izleyiciler. bir türlü kabullenemedim. size berlinale maceramı da anlatıcam birkaç post içinde, şubatı kabullenemeyişimin belki de en önemli sebebi...





turist/force majeure'ünki beni ilişkiler adına son zamanlarda en çok etkileyen senaryo oldu. fransa alplerine kayak yapmaya giden iki çocuklu isveçli genç çiftin ilişkileri sahte bir çığdan ikisinin de beklemediği kadar büyük bir darbe alır. arkasından yaşananların hepsi kara komedi kıvamındadır. özellikle baba adına utanmaktan filmin son anlarına kadar kendinizi alamazsınız. daha fazla konuşmayayım. tadı tuzu yerinde bir ilişki komedyası deyip bırakayım sonra da siz gidin salonda izleyin.


yaban/wild'ı dün basın gösteriminde izledim ve hakkında uzun uzun HT Hayat'a yazdım, fotoğrafa tıkladığınızda ışınlandığınız yer orası. şöyle özetleyebilirim: filmi sevdim, çok ağladım, witherspoon yine çok iyi oynamış, kahretsin, ondan nefret etmemi zorlaştırdığı için, annesi rolündeki laura dern (bu değinmeyi atladığım bir nokta oldu hayat'taki yazıda) özellikle bir bakışıyla (arabadaki) oscar'ı hemen alabilir kanımca, bu bir yol hikayesi, arınma ve kendinle barışma hikayesi. cheryl karakteri kadar dibe batmamış olsanız da çıkmak isteyeceğiniz cinsten bir hikaye.


özgürlük yürüyüşü/selma tarihin o kesitiyle ilgili bir sürü bilgi içeriyor. izlerken izleyicisini içine almayı becerse de favorilerim arasında yer almadığını rahatlikla söyleyebilirim. eğer henüz duymadıysanız, martin luther king'in 1965 yılında siyahlara seçim hakkının tanınması için selma'dan montgomery'ye yaptığı yürüyüşü anlatıyor film. öldüğünde 39 yaşında olduğunu biliyordum bir de, işte bu da filmin jeneriğinde geçen notlardan edindiğime üzüldüğüm bir bilgi oldu.



jüpiter yükseliyor/jupiter ascending beklediğimden daha iyi bir film olmuş. fragmanlarını izlediğimde içime karabasanlar basmıştı oysa. en bildiğiniz haliyle bir fantazi bilim kurgu. channing tatum ve mila kunis şeytan tüylü aktörler. eddie redmayne'in balem karakterinin kısık sesine ise bayıldım. o hep az önce bir paket beyaz leblebi yemiş gibi duran dudaklarıyla iyi uyum sağlamış. bu arada ben filme geç kaldım (şu basın gösterimlerini istinye park'ta yapmayın artık lütfen!), altıncı salon diye girdiğim salonda uzun süre karanlıkta bekledikten sonra interstellar'ın oynadığını gördüm, ve ilk düşüncem aa işe bak yanlış filmi oynatıyorlar oldu, şuurumu geri kazandıktan sonra, meğersem üzerinde 6 yazan kapının hemen yandaki salonu işaret ettiğini anladım, oraya girdim, orası da karanlık, hangi koltuk boş hangisi dolu anlamak imkansız, bir de film 3D, gözlüğüm de elimden düşmez mi, sonunda birilerinin ayağına basmamak için tökezleye tökezleye ilk bulduğum boş koltuğa oturdum, o da atilla dorsay'ınkinin hemen yanıymış, bilmiyorsanız söyliyim dorsay çok beyefendi birisi ama bu basın gösterimlerinin lordu gibi, yani ilk hatamda beni salondan attırabilir diye çok korktum, ki ilk hatam zaten filme geç kalmak olmuştu, bir de çantasının üzerine oturdum, hah işte şimdi tam oldu. sonra bir de içime bir korku düştü ki aslında metrodayken kısmıştım ama ya telefonumun sesi açık kaldıysaydı, ama nolucak çıkarır kısıverirsin diyorsunuz değil mi? hayır efendim öyle kolay değil, karanlık salonda cebinden çıkardığın iphone'un ne kadar ışık saçtığını biliyor musunuz etrafa? tabii biliyorsunuz, siz rahatsız olmuyor olabilirsiniz ama çoğu insan oluyor sinema salonundaki deniz fenerinden, neyseki berem vardı, telefonu onun içine koyup orada kontrol ettim sesi kısık mıymış değil miymiş. değilmiş. 


bu hafta ayrıca: sevimli tehlikeli ve sünger bob kare pantolon da vizyona giriyorlar.