bazen kendimi akışına bırakmak istiyorum bir şeylerin, bırakıyorum da. sonrası genelde hüsran tabii. yakın zamanda fantastic beasts haricinde hep böyle. bu hafta sonu gilmore girls mesela. önemli olan yolun kendisi, varılacak nokta değil düsturundan çıkarsak ama, tamam. iki sevgili arkadaşımla güzel bir heyecan paylaştık, işler güçler araya girip cuma gecesini gilmore kızlarına ayırmamıza neredeyse izin vermeyecekken ne yapıp edip ayarladık kendimizi. ha bir de cumartesi izleyeceğimizi sanırken netflix sürpriz yaptı da bir gün erkene çekildi planlar. hamburgerler, kfc'ler ısmarlandı, cipsler zaten alınmıştı (bu aralar favorim çerezza süt mısırı, ama eve sokmuyorum, sokarsam biterim), gg kurallarına göre yapıldı her şey yani. kocamla izlediklerim haricinde dizileri hep tek başıma izliyorum. ritüellerim var, bazıları salonda bazıları mutfakta bazıları yatak odasında, ama hepsi tek başıma, tadım 400g. ayçekirdeği ve bazen de kahve eşliğinde. arkadaşlarla izlemenin keyfi tabii başka, ama diziye konsantre olup detayları görebilmeyi beklememelisiniz. hele de birbirinizle bir süredir bir araya gelemiyorsanız. malum konuşacak şeyler birikiyor. ya dizi ya muhabbet. gilmore girls söz konusu olduğunda ise işiniz daha da zor, çünkü bu her biri ortalama bir buçuk saat süren dört bölüm laf salatasından öteye gitmiyor. gg'nin ruhunda var bu diyeceksiniz, kasaba toplantılarıyla geçen ne bölümler biliyoruz da diyebilirsiniz. ama bunun adı a year in the life, yani sadece önemli konulara odaklanacağımızı düşündüğümüz bir özet izleyeceğiz sandık. heyecanlandık da heyecanlandık ama hayallerimizle gerçekler ne yazık ki tutmadı birbirini. dört bölüm arasından bir tek sonuncusu kayda değer gelişmelere ve duygusallığa sahipti. spoiler vermek istemiyorum, ama anlatmaya başlarsam vermiş olacağım (aşağıda verdim, uyarıyorum şimdiden) . en basitinden şunu söyleyebilirim ki dizinin devamı gelecek, en azından önümüzdeki sene dört bölümlük bir reunion daha izleyeceğiz gibi görünüyor. ve belki o zaman, şimdi izlediğimiz dört bölümle ilgili eleştirilerimizi duyar ve daha iyi bir senaryoyla çıkarlar karşımıza.
a year in the life'ın dört bölümünü de izlemiş olanlara ☞
-genel olarak canımı en çok sıkan şey olay örgüsünün kopukluğu oldu. mevsimlere ayırmakla kalmamışlar bize unutturmaya çalışmışlardı bir önceki bölüm olup biteni neredeyse. hatta kendileri de unutmuş gibilerdi. kış bölümünde ordan oraya koşturan kirk, sonraki iki sezon boyunca görünmedi ve sonbaharda çıktı ortaya mesela. ana olayların gelişimine bir katkısı olmasa da kirk önemli karakter arka planda.
-rory'nin logan'la yaşadıkları anlaşılacak gibi değildi, çocuğun nişanlısı var, eski sevgilisinin evinde kalmak nasıl oluyormuş. iş konusunda nasıl bu kadar savsaklaşabildiğini de anlamadım. onun kadar odaklanabilen biri nasıl olur da bu noktaya gelmiş. hadi peki gelmiş, her kafasına estiğinde londraya gitmeler nedir. özellikle ilk iki bölüm boyunca bir stars hollow'da bi londrada, ışınlanabilmeyi de keşfetmiş gibiydi rory.
-ana kız çok makyajlı ve çok styling'lilerdi. hele o yaz zamanı havuz başındaki halleri.
-sürpriz yapabilmek adına bilgi açığı bırakılmıştı sıkça ve çokça. sookie'nin nerede olduğunu ancak ortaya çıktığında anlayabildik mesela son bölümde. resmen aktörler revival'a girmeye karar verdikleri an onlara bölüm yazılmış gibiydi.
-evet kasaba toplantıları genellikle çok sıkıcı oluyor ama bu müzikal de neyin nesiydi? hem çok kötüydü, hem de bitmek bilmedi. konumuzla hiç alakası olmamasını hesaba katmıyorum bile. hadi sonra lorelai'ın duygusallaşmasıyla bitti...
-luke'ün peruğu. herhalde sözleşmesine filan yazdırdı, yoksa benim tanıdığım lorelai o perukla ilk dalga geçecek kişi olmalıydı. the office'teki kevin'ın peruğu da, seinfeld'de george'un peruğu da luke'ünkinden kat kat doğal görünümlülerdi. ne güzel adamsın, kelliğini kucakla, lütfen luke.
-wild göndermesini sevdim, neredeyse. lorelai emily'yi aradığında gözlerim doldu ağlamaya yakın... oradaki parenthood rol arkadaşlarının ortaya çıkmaları iyiydi. peter krause gerçek hayatta zaten sevgilisi, bilmiyoduysanız şayet.
-richard'ın dev portresine çok güldüm.
-emily'nin eve aldığı inka kabilesi ailesi de iyi bir dokunuştu, emily'nin 70'inden sonra insancıllaşmaya başlamasına işaret. richard'ın ölümmüyle başa çıkışını da sevdim. en tutarlı hikaye onunkisiydi. bu arada berta ve araba tamircisi gypsy aynı aktör tarafından canlandırılmış, minik sürprizlerde bu hafta...
-son olarak: rory'nin bebeği kimden? hamilelik sinyalleri daha havuz başındayken verildi, rory açıklamasını sonbaharda yaptı. demek ki çocuğu tutacak. bize söylemeden jess'le yatmadıysa ki yatmış olma ihtimalleri yüksek, çocuk logan'dan olsa gerek. o anlamsız paul karakterini bir kez daha gündeme getirmeyeceklerini umuyorum.
-peki bir şey daha o zaman, logan ve züppe arkadaşlarının rory'ye hazırladıkları sürpriz fazlasıyla abartılı olmasına rağmen eğlenceliydi de, rory'nin bir goncayken gül gibi açılması logan'a rastlar, onunla delirir, kendinden beklenmeyecek şeyler yapar, o günlere güzel bir göndermeydi kanımca.
a year in the life'ın dört bölümünü de izlemiş olanlara ☞
-genel olarak canımı en çok sıkan şey olay örgüsünün kopukluğu oldu. mevsimlere ayırmakla kalmamışlar bize unutturmaya çalışmışlardı bir önceki bölüm olup biteni neredeyse. hatta kendileri de unutmuş gibilerdi. kış bölümünde ordan oraya koşturan kirk, sonraki iki sezon boyunca görünmedi ve sonbaharda çıktı ortaya mesela. ana olayların gelişimine bir katkısı olmasa da kirk önemli karakter arka planda.
-rory'nin logan'la yaşadıkları anlaşılacak gibi değildi, çocuğun nişanlısı var, eski sevgilisinin evinde kalmak nasıl oluyormuş. iş konusunda nasıl bu kadar savsaklaşabildiğini de anlamadım. onun kadar odaklanabilen biri nasıl olur da bu noktaya gelmiş. hadi peki gelmiş, her kafasına estiğinde londraya gitmeler nedir. özellikle ilk iki bölüm boyunca bir stars hollow'da bi londrada, ışınlanabilmeyi de keşfetmiş gibiydi rory.
-ana kız çok makyajlı ve çok styling'lilerdi. hele o yaz zamanı havuz başındaki halleri.
-sürpriz yapabilmek adına bilgi açığı bırakılmıştı sıkça ve çokça. sookie'nin nerede olduğunu ancak ortaya çıktığında anlayabildik mesela son bölümde. resmen aktörler revival'a girmeye karar verdikleri an onlara bölüm yazılmış gibiydi.
-evet kasaba toplantıları genellikle çok sıkıcı oluyor ama bu müzikal de neyin nesiydi? hem çok kötüydü, hem de bitmek bilmedi. konumuzla hiç alakası olmamasını hesaba katmıyorum bile. hadi sonra lorelai'ın duygusallaşmasıyla bitti...
-luke'ün peruğu. herhalde sözleşmesine filan yazdırdı, yoksa benim tanıdığım lorelai o perukla ilk dalga geçecek kişi olmalıydı. the office'teki kevin'ın peruğu da, seinfeld'de george'un peruğu da luke'ünkinden kat kat doğal görünümlülerdi. ne güzel adamsın, kelliğini kucakla, lütfen luke.
-wild göndermesini sevdim, neredeyse. lorelai emily'yi aradığında gözlerim doldu ağlamaya yakın... oradaki parenthood rol arkadaşlarının ortaya çıkmaları iyiydi. peter krause gerçek hayatta zaten sevgilisi, bilmiyoduysanız şayet.
-richard'ın dev portresine çok güldüm.
-emily'nin eve aldığı inka kabilesi ailesi de iyi bir dokunuştu, emily'nin 70'inden sonra insancıllaşmaya başlamasına işaret. richard'ın ölümmüyle başa çıkışını da sevdim. en tutarlı hikaye onunkisiydi. bu arada berta ve araba tamircisi gypsy aynı aktör tarafından canlandırılmış, minik sürprizlerde bu hafta...
-son olarak: rory'nin bebeği kimden? hamilelik sinyalleri daha havuz başındayken verildi, rory açıklamasını sonbaharda yaptı. demek ki çocuğu tutacak. bize söylemeden jess'le yatmadıysa ki yatmış olma ihtimalleri yüksek, çocuk logan'dan olsa gerek. o anlamsız paul karakterini bir kez daha gündeme getirmeyeceklerini umuyorum.
-peki bir şey daha o zaman, logan ve züppe arkadaşlarının rory'ye hazırladıkları sürpriz fazlasıyla abartılı olmasına rağmen eğlenceliydi de, rory'nin bir goncayken gül gibi açılması logan'a rastlar, onunla delirir, kendinden beklenmeyecek şeyler yapar, o günlere güzel bir göndermeydi kanımca.