2020 en iyi diziler (eledim)



2020'nin en iyi dizileri
i may destroy you: yumruk gibi çaktı bu dizi. daha dürüst bir şey izlemedim, uzun zamandır diyecektim de belki de hiç izlemedim. michaela coel ne biçim bir cevhermiş chewing gum izlerken anlamamışız meğer. kolla kendini phoebe waller bridge (böyle söylemlerden de nefret ederim, ikisi bir arada pekala da varolabilirler, geri alıyorum bu bayat esprimi o yüzden). kendi başından geçen bir taciz olayını anlatıyor dizide coel. ama sadece buna indirgemek eksik, yanlış bu diziyi. arkadaşlıklardan da derinlemesine bahsediyor, en iyi başardığı şeylerden biri de bu belki. günümüze, güncelimize çok güçlü bir ışık tutuyor. seçtiği konunun hassasiyeti yüzünden değil, bunu anlatmayı çok iyi becerebildiği için burda olduğunun da altını çizmek isterim ayrıca.
ramy s02: ikinci sezonuyla ilkinin başarısını yakaladı üstüne de bir şeyler katmasını bildiyse bizdendir. ilk sırada olmasının sebebi bu.

zoey's extraordinary playlist: kalbimi en çok ısıtan dizisi bu yılın. kolay izlenir, neşeli olduğu kadar da duygusal bir şey arıyorsanız tam size göre. biraz da müzikal, ama zaten başlığı bunu ele veriyor sanırım.
pen15 s02 (part 1): benim canım kızlarım. yine güldürdünüz yine ağlattınız. hadi yeni bölümleriniz gelsin ÇABUK!
how to with john wilson: yeni bitirdim ve sürekli diziden anekdotlar aktarırken buluyorum kendimi çevreme. çevrem derken, atilla'ya. john wilson'ın kişisel yaklaşımı, tespitleri, hunharca çektiği detaylar üzerine detaylar gerçekten çok komik ve bir o kadar da gerekli bir dizi. yalnızca altı bölüm olması üzücü, ama neyse ki devamı geliyor!
bir başkadır: kasımda aşk başkadır dedirten bir dizimiz. bir gün geleceğini biliyordum ama o günün fragmanının yayınlanmasından yalnızca bir hafta sonra olacağını asla tahmin etmiyordum. berkun oya'nın yeri bizim ailede biraz başkadır. şu makalesinde anlattığı halıcı da babamdır, yollarımızın nasıl kesiştiğine oradan şahit olabilirsiniz. ama bu onu ve işlerini hep sevmemiz gerektiği anlamına gelmiyor tabii, yani bir survivor ünlüsüne de dönüşebilirdi, dönüşmedi, bu örnek de nereden aklıma geldiyse. bir başkadır bana beni anlatır gibi oldu kimi zaman, çok güzel oynandı, çok güzel konuşuldu, belki de ilk kez diyalog dinledik kendi içimizde büzülmeden utançtan ya da sıkıntıdan. güzel müzikler dinledik, ışık izledik, kamera hareketi izledik, dekor izledik. arkasından da ne çok konuştuk, ne güzel sohbetler açtı. minnettarım.
the mandalorian s02: ilk sezonu güzeldi ama ikinci sezon beni kendine daha çok bağladı. star wars'cu bir birey değilim, hani onunla büyüyen o çocuklardan değilim filmleri ilgiyle izlesem de bir lord of the rings ya da harry potter değil benim için fakat bu dizi sayesinde kendimi çok daha yakın hissettim o fan kitlesine. ve tabii baby yoda, artık ismini de bildiğimiz grogu ve o final bölümü. üçüncü sezonunu izleyeceğimiz 2021 aralığını gerçekten iple çekiyorum.
the queen’s gambit: yılın en güzel sürprizlerinden. bir oturuşta biten şahane, neredeyse masalımsı bir hikaye!
industry: olup biteni teknik anlamda anlaması benim için zor olsa da-finans piyasası- rekabetin bol olduğu bu dünyada kendini kanıtlamaya çalışan bir takım yeni mezunların mücadelesini izlemek kesinlikle kayda değer bir tecrübeydi. ikinci sezonu da gelecek.
ted lasso: bu yıl beni en keyiflendiren dizilerden biri daha. onun da ikinci sezonu geliyor. şükür. hakkında ayrıntılı bilgi için bu cümlenin üzerine tıklayabilirsiniz.
high fidelity: hala neden elimizden alındığını bilmediğim ve anlamadığım bir dizi. bu sene glow'la, i am not okay with this'le de aynı şekilde manasızca vedalaşmak zorunda kaldık. ama bunun yanı sıra sabrina 4 sezon devam etti. zevkler ve renkler tabii de, çok yazık edildi. sonuç olarak high fidelity nick hornby'nin aynı adlı romanından uyarlandı önce beyaz perdeye şimdi de televizyona. dizi hulu'da yayınlanmıştı, başrolünde ise zoe kravitz vardı.
unorthodox: inat etmiştim bunu izlemeden bir süre, ama çok yanılmışım, müthiş duygusal hatta heyecanlı bir diziydi. ilk lockdown'ımızın kraliçesiydi diyebilirim hatta.
i hate suzie: başrolündeki suzie'nin sürekli ama sürekli yanlış seçimler-hem aksiyon hem de ağzından çıkanlar-yapmasıyla izlemesi zaman zaman sıkıntı veren bir dizi olsa da işte belki de tam bu yüzden, yeri, hissi sağlam bir dizi olarak oturdu içime. billie piper harikaydı. geri kalan oyuncuların hepsi de aynı şekilde. 
the crown s04: hiç şaşırmadım beni bu denli tatmin etmesine. bugüne dek hiç hayal kırıklığına uğratmamıştı zaten ve beşinci ve altıncı sezonlarıyla da bunu başaracak.
the boys s02: çok iyi the boys. her bölüm çok iyi bir marvel filmi izliyormuşsunuz gibi düşünün.
insecure s04: ilk gününden beri çok sevdiğim. keşke daha çok bölümü olsa.
schitt's creek s06: izlemek için verdiğim tüm emeklere değdi. neden gelmiyor ülkemizin bir kanalına ya d aplatformuna halen anlamış değilim. dünya komiği.
curb your enthusiasm s10: canım larry david.
next in fashion: bu geçen yıl izlediğim ve beni en hızlı içine alan programlardan biriydi nasıl bitti neden bitti hala anlamış değilim. başka bir kanal hayata geri döndürür diye ümit etmekten kendimi alamıyorum.
stylish with jenna lyons: bu senenin next in fashion'ı benim için. tabii iki programın birbiriyle hiç alakası yok, ama olsun, stil ve moda işte. jenna lyons gerçekten çok hoş bir kadın ve her halini tavrını izlemek bana keyif verdi. bir de new york, biraz da los angeles, sırf moda da değil hatta, dekorasyon da var işin içinde, umarım devamı gelir.
masumlar apartmanı: ilk kez ulusal bir kanalda yayınlanan yerli bir diziye böyle takılmış durumdayım. çok mutlu ediyor beni. ayrıca bir diziyi herkesle aynı anda izlemenin tadına varıyorum. iyi ki varlar gülben'ler safiye'ler. gelmeyin üstüme. alev alev ve sadaktsiz de bu anlamda portfolyoma katmış olduğum iki yeni dizi son dönemde. her birinden farklı tatlar alıyorum, her birinde farklı hikaye örgülerinin peşine düşüyorum.

özel mansiyon:
THE SOPRANOS:
çünkü ben bu sene izledim. mükemmel.