Emily Watson Daniel Day Lewis'ün kadın versiyonudur bana kalırsa... |
İLK BÖLÜMDE NELER OLDU: İki Harkonnen kız kardeşin Bene Gesserit rahibelerinin arasına katılmasını, büyüyünce Emily Watson tarafından canlandırılacak Valya'nın (gençliği çok sevdiğim Jessica Barden'a emanet) gücünün başrahibe Kasha tarafından keşfedilmesini ve ölümünün ardından yerine geçmesini vasiyet etmesini izleyerek başladık. Diğer kızkardeş Tula ise Olivia Williams'a emanet bu arada. Bu isteğe itirazı olan diğer bir aday rahibe ise anında, Valya'nın 'yeni keşfettiği bi yeteneği olan sesle' karşılaşarak ağzının payını aldı ve bakın o güzel bir sahne işte.
Jessy Barden, Valya Harkonnen rolünde... |
Travis Fimmel, Desmond Hart rolünde |
Ayrıca saraya bir de misafir aldılar, Desmond Hart (Viking'lerden Travis Fimmel) ve o çivit mavisi gözlerinin soğuk derinliğinde bazı şeyler gizlediği her halinden belli... diyerek ilk bölümün özetini burada bitiriyorum ki izleme deneyimizin içine su kaçırmayayım (ya da kısaca spoiler vermeyeyim).
Josh Heuston. Mert Ramazan Demir değil. |
HİSLERİM: İlk bölüm sanki bir fragman izler gibi, dörtnala geçti. Hem Dune evrenindeyiz hem de sanki sadece filmleri izlemiş biri, üzerine birer doz: Wheel of Time, Hunger Games ve Blade Runner serpiştirmiş gibi bir amosfer. Kostümler oturmuyor (Hunger Games benzetmem en çok da estetik tercihlerle alakalı, her şey kötü değil, ama hiç olmayacak bazı detaylar da küçük ama mide bulandırıcılar), CGI desen kusur kapatmak ve prodüksiyon maliyetini kısmak için abartılmış.
'Makinelere karşı savaş' yani yapay zekanın yasaklı olmasının altının çizilmiş olmasına ise sevindim. Dune evreniyle ilgili beni en çok cezbeden şey belki de bu: Frank Herbert'in 1965 yılında yayınlanmaya başlayan kitap serisinin, bugün günde on yüz bin milyon defa sorguladığımız, adapte olmaya çalışırken Terminatör'de yaşananları hatırladığımız yapay zeka kabusunu anlatıyor olması gerçekten tüylerimi diken diken ediyor.
Dizide Bene Gesserit rahibelerinin ortaya çıkışını izleyeceğimi sanırken aslında en büyük darbeyi de oradan yedim, 'Burada zaten hazırı var,' dercesine bir senaryonun içine atıverdiler bizi. Ayrıca Emily Watson neden smokey göz makyajı yapmış? Nerede Charlotte Rampling'in tek celsede mideme kadar inen bakışları?
Pek çok karakterle aynı anda tanıştırılıyor olmak da en başta bahsettiğim fragman hissini yaşatmış olabilir, ancak altı bölümde nereye doğru derinleşebileceğimizi pek kestiremiyorum. Daha doğrusu kestirsem de bununla ilgili heyecanlanamıyorum.
Biri ikizi kadar Mert Ramazan Demir'e benzeyen (Heartbreak High'dan hatırlayabileceğiniz Josh Heuston) iki kardeşin gece Dune barına gittikleri sahnenin ise üstesinden uzunca bir süre gelemeyeceğim sanırım. Ne kadar gereksiz ne kadar yersiz ne kadar ucuz bir sahneydi o öyle. Mekan Star Wars barları türünde, çeşitli türlerin bir arada eğlendikleri bir yer, VIP Room desen eksik değil zincirlerin arkasında, prensle prensesin gece kıyafetleri, bir anda peydah olan bir erotizm... Hafızamdan silmek istiyorum.
Filmlerdeki görkemi ve derinliği beklemek belki saçma, ama bizlere Game of Thrones'u sunmuş HBO'dan daha fazlasını beklemek değil.
Kainatın tüm renklerinin bir arada olduğu düğün sahnesi, ya da söz kesme töreni... |
İZLEMEYE DEVAM EDECEK MİYİM: Evet. Bir bölümüyle yargılayıp bir de infaz etmeyeceğim, ama ikna edilmek için çok iyi birkaç sahne daha görmeye ihtiyacım olduğu muhakkak.
Haftaya Pazartesi buluşmak üzere.
Deniz
PS: Dune: Prophecy ülkemizde Blutv'den izleniyor. #Reklam değil :)