görmeyi en çok arzuladığım filmlerin bir listesini yapıyorum. aslında öyle güzel bir program ki sabah girip akşam çıkmak gerek sinema salonlarından ama olacak iş değil o. cannes ve venedik (şimdi de toronto) film festivallerinin tüm yıldızlarını bir araya toplayan bu seçkinin seçkisini yapıyorum şimdi.
the artist
1. the artist cannes'da en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanan film görsel bir şölen gibi duruyor. siyah beyaz peliküle yakışan cast'ı ve atmosferiyle o zamandan beri büyük bir beklenti yaratmış durumda üzerimde.
2. sleeping beauty yine bir cannes çıkartması olan sleeping beauty'den daha önce bahsetmiştim. bu soluk benizli ve pek stilize film özlelikle de küçüklüğünü bildiğim başrol oyuncusu emily browning yüzünden iştahımı kabartıyor. lemony snickett'ten hatırlıyorsunuz kendisini evet. biraz somewhere, biraz virgin suicides yani bolca sofia coppola görüyorum ben burada. aslında hangi sularda gezindiğini ise ancak izlediğim zaman anlayabileceğim.
3. we need to talk about kevin üçüncü sıradansa ilkini hak ettiğine ve izledikten sonra da bunu sürdüreceğine inanıyorum lynne ramsay'in filminin. evet iştah kabartmada bir numara kendisi. fragman için şuradan buyursunlar.
4. melancholia cannes'da çok sevdiğim ve beğendiğim kirsten dunst'a en iyi kadın oyuncu ödülünü getiren melancholia, yönetmeni lars von trier'in pek talihsiz açıklamalarına karşın ödüle layık görülebildiğine göre göz ardı edilemeyecek bir performans sergilemiş olsa gerek küçük vampir. bakın burda da fragman ve fazlası var.
5. beginners ewan mcgregor, christopher plummer ve melanie laurent'lı beginners uzun zamandır en çok görmek istediklerim isimli listemi işgal etmekte (!) olan bir başka film. haziranda kuzey amerika prömiyerini yaptı bile ama biz ancak şimdi izleyebiliyoruz. biraz üzülüyorum.
le skylab
6. le skylab kamera önünde olduğu kadar arkasında da gücünü ispatlama çabasındaki julie delpy'nin bu filmi konusunda film ekimi'nde yer alacağını görene kadar bilgi sahibi değildim. two days in paris'in devam filmi niteliğindeki two days in new york'un post prodüksüyonunu da bir yandan devam ettirmekte olan aktör/yönetmen before sunrise'dan beridir sevmeye çalıştığım bir kişi. itiraf etmeliyim ki hep sevemiyorum, ama elimden geleni yapıyorum.
7. restless filmle iligli zevkine güvendiğim bir arkadaşımın yazdığı (ingilizce) yorumları şuradan okuyabilirsiniz. alaycı yaklaşımıyla beni gülümseten çok sevgili 'kardeşim' eren gülfidan'ın düşüncelerine katılıp katılmayacağımızı zaman gösterecek. ama işin içinde gus van sant oldu mu izlemeye değer birşeyler bulacağımıza şüphe yok. şurada ise fragmanın da içinde bulunduğu kısa yazıyı okuyabilirsiniz.
this must be the place
8. this must be the place italyan yönetmen paolo sorrentino'nun cannes'da gösterimi yapılan filmi. sean penn ve frances mcdormand'ın başrollerinde oynadıkları filmde penn, robert smithvari (the cure) bir portre çiziyor. bazı filmleri izlemek için içinde sean penn olması yeterlidir demişti engin'in babası ali yenidünya, ben de kendisine katılıyor ve heyecanımı gizlemiyorum.
9. the future oh miranda july. you and me and everyone we know'dan sonra yapacağı herşeyi iştahla beklediğim july'nin son uzun metrajlı filminin bu seçki arasında yer almasına ne kadar sevindim anlatamam! july'nin web sitesine de bir göz atın ayrıca. fragmana buradan bakın sonra da. ve sonra da buna. the future'dan artık filmin içinde bulunmayan bir parça. tek kelimeyle harika.
10. jane eyre michael fassbender deyince akan sular durmaya başladı benim için sevgili izleyiciler. jane eyre da ayrıca çok sevdiğim bir hikaye. mia wasikowska'ya da bir diyeceğim olmasa da charlotte gainsbourg'un yerini tutar mı bilemem. bilmek için ise ne yapmak gerektiği apaçık ortada.
le gamin au velo
11. le gamin au velo dardenne kardeşlerin cannes film festivalinden büyük ödülle ayrılan beşinci (!) filmleri aynı öncekiler gibi soğuk, gerçek ve dolayısıyla da hüzünlü olacak, eminim, ama bunlar izlemek istemekten alıkoymuyor beni pek sevgili melankolikler.
listede a dangerous method ve contagion da bulunmakta ama onlar hakkındaki yorumlarımı zaten okudunuz. okudunuz değil mi? okumadıysanız da isimlere tık tık. ama biraz alınmış olabilirim...
keşke şu filmler de listede olsaydı adlı minik ve haddini bilen bir liste daha yapmak isterim, yani ne biliyim daha sadece ilk gösterimi yapılmış abel ferrara filmi 4:44'ü ya da kaçırdığıma pek yandığım jonathan demme imzalı katrina belgeselini eklemediğim bir aklı başında bir liste...
programın açıklanmasını ve hangi filmleri izleyip hangilerini kaçıracağımızı bekleyip görelim şimdi de. emek sinemasına da bir ah edelim, eskiden ekim'de orada toplanırdık hatırlarsınız...
the artist
1. the artist cannes'da en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanan film görsel bir şölen gibi duruyor. siyah beyaz peliküle yakışan cast'ı ve atmosferiyle o zamandan beri büyük bir beklenti yaratmış durumda üzerimde.
2. sleeping beauty yine bir cannes çıkartması olan sleeping beauty'den daha önce bahsetmiştim. bu soluk benizli ve pek stilize film özlelikle de küçüklüğünü bildiğim başrol oyuncusu emily browning yüzünden iştahımı kabartıyor. lemony snickett'ten hatırlıyorsunuz kendisini evet. biraz somewhere, biraz virgin suicides yani bolca sofia coppola görüyorum ben burada. aslında hangi sularda gezindiğini ise ancak izlediğim zaman anlayabileceğim.
3. we need to talk about kevin üçüncü sıradansa ilkini hak ettiğine ve izledikten sonra da bunu sürdüreceğine inanıyorum lynne ramsay'in filminin. evet iştah kabartmada bir numara kendisi. fragman için şuradan buyursunlar.
4. melancholia cannes'da çok sevdiğim ve beğendiğim kirsten dunst'a en iyi kadın oyuncu ödülünü getiren melancholia, yönetmeni lars von trier'in pek talihsiz açıklamalarına karşın ödüle layık görülebildiğine göre göz ardı edilemeyecek bir performans sergilemiş olsa gerek küçük vampir. bakın burda da fragman ve fazlası var.
5. beginners ewan mcgregor, christopher plummer ve melanie laurent'lı beginners uzun zamandır en çok görmek istediklerim isimli listemi işgal etmekte (!) olan bir başka film. haziranda kuzey amerika prömiyerini yaptı bile ama biz ancak şimdi izleyebiliyoruz. biraz üzülüyorum.
le skylab
6. le skylab kamera önünde olduğu kadar arkasında da gücünü ispatlama çabasındaki julie delpy'nin bu filmi konusunda film ekimi'nde yer alacağını görene kadar bilgi sahibi değildim. two days in paris'in devam filmi niteliğindeki two days in new york'un post prodüksüyonunu da bir yandan devam ettirmekte olan aktör/yönetmen before sunrise'dan beridir sevmeye çalıştığım bir kişi. itiraf etmeliyim ki hep sevemiyorum, ama elimden geleni yapıyorum.
7. restless filmle iligli zevkine güvendiğim bir arkadaşımın yazdığı (ingilizce) yorumları şuradan okuyabilirsiniz. alaycı yaklaşımıyla beni gülümseten çok sevgili 'kardeşim' eren gülfidan'ın düşüncelerine katılıp katılmayacağımızı zaman gösterecek. ama işin içinde gus van sant oldu mu izlemeye değer birşeyler bulacağımıza şüphe yok. şurada ise fragmanın da içinde bulunduğu kısa yazıyı okuyabilirsiniz.
this must be the place
8. this must be the place italyan yönetmen paolo sorrentino'nun cannes'da gösterimi yapılan filmi. sean penn ve frances mcdormand'ın başrollerinde oynadıkları filmde penn, robert smithvari (the cure) bir portre çiziyor. bazı filmleri izlemek için içinde sean penn olması yeterlidir demişti engin'in babası ali yenidünya, ben de kendisine katılıyor ve heyecanımı gizlemiyorum.
9. the future oh miranda july. you and me and everyone we know'dan sonra yapacağı herşeyi iştahla beklediğim july'nin son uzun metrajlı filminin bu seçki arasında yer almasına ne kadar sevindim anlatamam! july'nin web sitesine de bir göz atın ayrıca. fragmana buradan bakın sonra da. ve sonra da buna. the future'dan artık filmin içinde bulunmayan bir parça. tek kelimeyle harika.
10. jane eyre michael fassbender deyince akan sular durmaya başladı benim için sevgili izleyiciler. jane eyre da ayrıca çok sevdiğim bir hikaye. mia wasikowska'ya da bir diyeceğim olmasa da charlotte gainsbourg'un yerini tutar mı bilemem. bilmek için ise ne yapmak gerektiği apaçık ortada.
le gamin au velo
11. le gamin au velo dardenne kardeşlerin cannes film festivalinden büyük ödülle ayrılan beşinci (!) filmleri aynı öncekiler gibi soğuk, gerçek ve dolayısıyla da hüzünlü olacak, eminim, ama bunlar izlemek istemekten alıkoymuyor beni pek sevgili melankolikler.
listede a dangerous method ve contagion da bulunmakta ama onlar hakkındaki yorumlarımı zaten okudunuz. okudunuz değil mi? okumadıysanız da isimlere tık tık. ama biraz alınmış olabilirim...
keşke şu filmler de listede olsaydı adlı minik ve haddini bilen bir liste daha yapmak isterim, yani ne biliyim daha sadece ilk gösterimi yapılmış abel ferrara filmi 4:44'ü ya da kaçırdığıma pek yandığım jonathan demme imzalı katrina belgeselini eklemediğim bir aklı başında bir liste...
- aki kaurismaki'nin le havre'ı,
- paul rudd'lu our idiot brother
- ryan gosling'li drive
- woody allen'ın midnight in paris'i
- terence malick'in the tree of life'ı
- bertrand bonello'nun l'apollonide'si
- elizabeth olsen'li martha macy may marlene
programın açıklanmasını ve hangi filmleri izleyip hangilerini kaçıracağımızı bekleyip görelim şimdi de. emek sinemasına da bir ah edelim, eskiden ekim'de orada toplanırdık hatırlarsınız...