haftasonu renee zelwegger'in, fragmanı nedense daha yeni görücüye çıkan, 2009 yapımı, case 39 isimli filmini izledim.
evet bunu yasal yollardan yapmadığımı itiraf ediyorum, ama, bu işe de bir çözüm bulmaları gerek artık diye düşünüyorum. yani nasıl kaçırıyorlar ellerinden anlamıyorum.
böyle bir piyasa var, arz-talep; filmleri bir an önce izlemek isteyen, sinemaya gitmeyi çok da önemsemeyen, bilgisayarlarını dev bir sinema ekranı ya da televizyon gibi kullanabilen ve ışık hızındaki interneti emrine amade milyonlarca insandan oluşan bir piyasa. o zaman onlar da onca uğraşıp çektikleri filmleri biraz daha hassas bir özenle saklasınlar kasalarında. bir takım filmler için bu mümkün olabiliyorsa, amaç da bu filmlerin saklanmasıysa, demek ki bu başarılabilecek bir şey.
olay sanırım insanların birbirine güveni çerçevesinde önce gelişiyor ve sonra da tıkanıyor. filmlerin yapımında emeği geçen bazı insanlar, bu filmlerin daha vizyona girmeden izleyicilerin evlerine konuk olmalarına ön ayak oluyor. bazen elden kaçan bir cd, bazen bir eleştirmen kopyası, bazen festivallere yapılan ve yoldan çıkan gönderimler, bazen de cebren ve hile ile dışarı sızdırılan filmcikler.
ben kendimce ne kadar sevgi ve saygı da duysam filmlerle ilgili her türlü detaya, hem beklediğim bir filmi bir an önce izlemek, hem de karşıma ne çıkacağını aşağı yukarı tahmin edebildiğim ama hakkındaki merakımı da tam olarak yenemediğim vasat filmleri, sinemaya gitmeden devirmek istiyorum listemden. bir izleyici olarak da buna birazcık hakkım olduğunu düşünüyorum.
case 39 gibi bence küçük (bir kaç efekt dışında pek bir para harcanmış gibi drumuyordu doğrusu) bütçeli bir filmin başına bunların geliyor oluşu biraz daha anlaşılır.
yine bu haftasonu internet ortamında izlediğim salt, beni daha da çok şaşırttı. online film izle tadı bir web sitesinde bulduğumuz film, öylesine dvd kalitesindeydi ki (evet bilgisayarı tv'ye bağladık ve tabii tv'nin çözünürlüğü daha düşük, ama yine de) altyazıları öylesine doğru, sesi öylesine polifonik, anlamakta güçlük çektim böyle birşeyin nasıl mümkün olabildiğini.
çünkü örneğin, avatar, vizyona girdikten aylar sonra korsan izleyicinin beğenisine sunulabildi, o da ancak filmin dvd'de piyasaya sürülmesiyle gerçekleşebilmişti. önceki kopyalar iki boyutun da altındaki sinema çekimlerinden öteye gitmiyordu (hiç birini indirmedim doğrusunu isterseniz, avatar'ı bir kez daha izlemeye tahammül edebileceğimi sanmıyorum-beğenmediğimden değil-torrentlerin açıklamalarından ve yapılan yorumlardan vardığım bir sonuç bu).
birileri bu konuda harıl harıl düşünüyor ve bir çıkar yol bulmaya çalışıyordur eminim. ama bu işin yolu, torrent sitelerinde dolaşan kişileri bulup yargılamak ya da internet haklarını ellerinden almak değil, işin kökenine inip filmleri daha vizyona girmeden asıl sahiplerinden çalarak robin hood'çuluk oynayanları durdurmak.
ya da en güzeli, herşey herkes için bedava olsun ve altı milyar kişilik (kaç kişiydik en son? vakkorama olsa yakında, gider bakardım duvarına) koca bir komün halinde yaşayalım...
evet bunu yasal yollardan yapmadığımı itiraf ediyorum, ama, bu işe de bir çözüm bulmaları gerek artık diye düşünüyorum. yani nasıl kaçırıyorlar ellerinden anlamıyorum.
böyle bir piyasa var, arz-talep; filmleri bir an önce izlemek isteyen, sinemaya gitmeyi çok da önemsemeyen, bilgisayarlarını dev bir sinema ekranı ya da televizyon gibi kullanabilen ve ışık hızındaki interneti emrine amade milyonlarca insandan oluşan bir piyasa. o zaman onlar da onca uğraşıp çektikleri filmleri biraz daha hassas bir özenle saklasınlar kasalarında. bir takım filmler için bu mümkün olabiliyorsa, amaç da bu filmlerin saklanmasıysa, demek ki bu başarılabilecek bir şey.
olay sanırım insanların birbirine güveni çerçevesinde önce gelişiyor ve sonra da tıkanıyor. filmlerin yapımında emeği geçen bazı insanlar, bu filmlerin daha vizyona girmeden izleyicilerin evlerine konuk olmalarına ön ayak oluyor. bazen elden kaçan bir cd, bazen bir eleştirmen kopyası, bazen festivallere yapılan ve yoldan çıkan gönderimler, bazen de cebren ve hile ile dışarı sızdırılan filmcikler.
ben kendimce ne kadar sevgi ve saygı da duysam filmlerle ilgili her türlü detaya, hem beklediğim bir filmi bir an önce izlemek, hem de karşıma ne çıkacağını aşağı yukarı tahmin edebildiğim ama hakkındaki merakımı da tam olarak yenemediğim vasat filmleri, sinemaya gitmeden devirmek istiyorum listemden. bir izleyici olarak da buna birazcık hakkım olduğunu düşünüyorum.
case 39 gibi bence küçük (bir kaç efekt dışında pek bir para harcanmış gibi drumuyordu doğrusu) bütçeli bir filmin başına bunların geliyor oluşu biraz daha anlaşılır.
yine bu haftasonu internet ortamında izlediğim salt, beni daha da çok şaşırttı. online film izle tadı bir web sitesinde bulduğumuz film, öylesine dvd kalitesindeydi ki (evet bilgisayarı tv'ye bağladık ve tabii tv'nin çözünürlüğü daha düşük, ama yine de) altyazıları öylesine doğru, sesi öylesine polifonik, anlamakta güçlük çektim böyle birşeyin nasıl mümkün olabildiğini.
çünkü örneğin, avatar, vizyona girdikten aylar sonra korsan izleyicinin beğenisine sunulabildi, o da ancak filmin dvd'de piyasaya sürülmesiyle gerçekleşebilmişti. önceki kopyalar iki boyutun da altındaki sinema çekimlerinden öteye gitmiyordu (hiç birini indirmedim doğrusunu isterseniz, avatar'ı bir kez daha izlemeye tahammül edebileceğimi sanmıyorum-beğenmediğimden değil-torrentlerin açıklamalarından ve yapılan yorumlardan vardığım bir sonuç bu).
birileri bu konuda harıl harıl düşünüyor ve bir çıkar yol bulmaya çalışıyordur eminim. ama bu işin yolu, torrent sitelerinde dolaşan kişileri bulup yargılamak ya da internet haklarını ellerinden almak değil, işin kökenine inip filmleri daha vizyona girmeden asıl sahiplerinden çalarak robin hood'çuluk oynayanları durdurmak.
ya da en güzeli, herşey herkes için bedava olsun ve altı milyar kişilik (kaç kişiydik en son? vakkorama olsa yakında, gider bakardım duvarına) koca bir komün halinde yaşayalım...