uyanıp film izlemek yerine turkcell'e gitmek durumunda kaldım bugün sevgili izleyciler. venedik başımı biraz döndürdüğünden olsa gerek telefonumun sim kartını kaybetmişim. 'herşey nasıl da hızlı ve kolay halloldu aman ne güzel!' diye düşündüğüm sırada ise internet bankacılığından men edildim. (sim kart blokajı) bu hiç beklemediğim bir darbeydi doğrusu. sanırım yarın da günüme bankada başlayacağım.
hızlı hareket etmek ve açlığımı bastırmak konusunda çok önemli tecrübeler edindim neyse ki venedikte. yani sadece güzel filmler izleyip sevgili arkadaşlarımla vakit geçirmekle kalmadım, hayatla ilgili de bazı dersler aldım bu seyahatim esnasında.
şimdi venedik'teki son geceme geri dönelim: görmeyi çok istediğim i'm carolyn parker, the good the mad and the beautiful isimli jonathan demme (kuzuların sessizliği) belgeselini ne yazık ki izleyememiş olmanın dayanılmaz üzüntüsünü üzerimden atmaya çalışırken excelsior otelde karşılaştığım al pacino biraz moralimi düzeltti neyse ki.
şaka bir yana gördüm onu evet. mini minnacık birisi. filmini izlemeye hiç yeltenmesem de varlığıyla birçoklarını meşgul etti kendisi.
dark horse. jordan gelber, donna murphy.
19:30'da sala darsena'daki randevum ise todd solondz'laydı. solondz'la ilk kez 1996 istanbul film festivalinde 'welcome to the dolhouse'da tanışmış ve birbirimizi çok sevmiştik. 2005'te palindromes'la (2004) devam etmişti dostluğumuz.
dark horse bir todd solondz filminden beklediğiniz herşeye sahip. amerika banliyösünde yaşayan orta hal ve üstündeki amerikan aileleri ve hayatla sorunlu ilişkideki bir takım insanların gündeliğine hızlı bir giriş. ortalama hızda bir çıkış. salondaki ses düzeninin sinirlerimi harap etmesi dışında, herşey çok güzeldi. aradıklarımı buldum, derleyip toplandım. filmin bir nevi paketleme etkisi oldu üstümde.
başrollerde jordan gebler, hemen yanında selma blair, arkalarından ise christopher walken ve mia farrow geliyorlar. bu son ikisi gebler'in canlandırdığı abe karakterinin ana-babası rolünde harikalar yaratıyorlar. özellikle de mia farrow. filmde the hangover ikilemesinden hatırlayabileceğiniz justin bartha da rol almakta, hani şu ilk filmde terasta unutulan damat. abe'in küçük kardeşi rolünde izledik kendisini.
nasıl olduğu anlaşılmaz şekilde kendinden emin abe'in miranda ile bir düğünde tanışmalarının ardından gelişen olayları izledik. öngörülebilirliğin sihir bozmadığı kısık kahkahalar attık. sevdik.
shame. carey mulligan, michael fassbender.
kırılgan mulligan ile hatları baktıkça derinleşen fassbender'in başrollerinde oynadıkları bu filmin etkisi aynı fassbender'in yüzü gibi zamanla dokundu bana. belki de carey mulligan'ın varlığından ya da yönetmen mcqueen'in, filmin ilk dakikaları boyunca londra'da olduğumuzdan çok emindim, yeni kıtada olduğumuzu anladım nihayetinde ama filmin londra etkisinin tesadüfi olmadığı da kesin. filmdeki hayal gücüne yer bırakmayan seks sahneleri çok konuşuldu, basın konferasında ilk yöneltilen sorulardandı başroldeki fassbender'e, bana sorarsanız olabilecek en iyi şekilde yansımışlardı ekrana. ana karakterimiz hakkında birşeyler öğrenebilmek için gerekli sahnelerdi onlar.
festivalden uzakta geçirdiğim her gün 69'a geri sayım anlamına geliyor çok sevgili seyriciler. ne yapıp edip orada olacağım.
hızlı hareket etmek ve açlığımı bastırmak konusunda çok önemli tecrübeler edindim neyse ki venedikte. yani sadece güzel filmler izleyip sevgili arkadaşlarımla vakit geçirmekle kalmadım, hayatla ilgili de bazı dersler aldım bu seyahatim esnasında.
şimdi venedik'teki son geceme geri dönelim: görmeyi çok istediğim i'm carolyn parker, the good the mad and the beautiful isimli jonathan demme (kuzuların sessizliği) belgeselini ne yazık ki izleyememiş olmanın dayanılmaz üzüntüsünü üzerimden atmaya çalışırken excelsior otelde karşılaştığım al pacino biraz moralimi düzeltti neyse ki.
şaka bir yana gördüm onu evet. mini minnacık birisi. filmini izlemeye hiç yeltenmesem de varlığıyla birçoklarını meşgul etti kendisi.
dark horse. jordan gelber, donna murphy.
19:30'da sala darsena'daki randevum ise todd solondz'laydı. solondz'la ilk kez 1996 istanbul film festivalinde 'welcome to the dolhouse'da tanışmış ve birbirimizi çok sevmiştik. 2005'te palindromes'la (2004) devam etmişti dostluğumuz.
dark horse bir todd solondz filminden beklediğiniz herşeye sahip. amerika banliyösünde yaşayan orta hal ve üstündeki amerikan aileleri ve hayatla sorunlu ilişkideki bir takım insanların gündeliğine hızlı bir giriş. ortalama hızda bir çıkış. salondaki ses düzeninin sinirlerimi harap etmesi dışında, herşey çok güzeldi. aradıklarımı buldum, derleyip toplandım. filmin bir nevi paketleme etkisi oldu üstümde.
başrollerde jordan gebler, hemen yanında selma blair, arkalarından ise christopher walken ve mia farrow geliyorlar. bu son ikisi gebler'in canlandırdığı abe karakterinin ana-babası rolünde harikalar yaratıyorlar. özellikle de mia farrow. filmde the hangover ikilemesinden hatırlayabileceğiniz justin bartha da rol almakta, hani şu ilk filmde terasta unutulan damat. abe'in küçük kardeşi rolünde izledik kendisini.
nasıl olduğu anlaşılmaz şekilde kendinden emin abe'in miranda ile bir düğünde tanışmalarının ardından gelişen olayları izledik. öngörülebilirliğin sihir bozmadığı kısık kahkahalar attık. sevdik.
shame. carey mulligan, michael fassbender.
kırılgan mulligan ile hatları baktıkça derinleşen fassbender'in başrollerinde oynadıkları bu filmin etkisi aynı fassbender'in yüzü gibi zamanla dokundu bana. belki de carey mulligan'ın varlığından ya da yönetmen mcqueen'in, filmin ilk dakikaları boyunca londra'da olduğumuzdan çok emindim, yeni kıtada olduğumuzu anladım nihayetinde ama filmin londra etkisinin tesadüfi olmadığı da kesin. filmdeki hayal gücüne yer bırakmayan seks sahneleri çok konuşuldu, basın konferasında ilk yöneltilen sorulardandı başroldeki fassbender'e, bana sorarsanız olabilecek en iyi şekilde yansımışlardı ekrana. ana karakterimiz hakkında birşeyler öğrenebilmek için gerekli sahnelerdi onlar.
festivalden uzakta geçirdiğim her gün 69'a geri sayım anlamına geliyor çok sevgili seyriciler. ne yapıp edip orada olacağım.