pek zayıf, pek soluk bir liste...
behzat ç. büyük perdede ne arıyor bilemiyorum. yine de erdal beşikçioğlunun altın portakal'ını hak ettiğinden eminim.
in time/zamana karşı'da başrolü paylaşan justin timberlake ve amanda seyfried'in kimyalarının hiç tutmadığını, bu filmin ise arada kalmış bir film olduğunu düşünüyorum.
richard gere ve the double ise bilmem kaçıncı kez izlediğimiz bir hikaye. gere'in cazibesini bir anda yitirivermiş olmasına da hiç inanamıyorum. sanırım bu düşüş unfaithful'da aldatılan koca rolünü oynamayı kabul etmesi ile başladı... (çok da severim unfaithful'u o ayrı)
anadolu kartalları'nı ise ne yazık ki ciddiye alamıyorum çok sevgili izleyiciler. vizyona en güçlü giriş yapan film olduğunu hatırlatmakta fayda var tabii, pek çok hayran edineceği ise şüphesiz.
johnny english mi dediniz? peki rowan atkinson'ı nasıl bilirsiniz? ben şahsen dört nikah bir cenaze'nin şaşkın pederi olarak bilirim. johnny english'in yeniden doğuşuna ise bir sinema salonunda şahit olmak isteyeceğimi hiç sanmıyorum.
bence siz geçen haftanın eksiklerini tamamlamaya çalışın bu haftasonu sevgili sinemaseverler. salgın'ı izleyin örneğin. steven soderbergh'in bulaşıcı hastalığını. üç silahşörler'i de izleyebilirsiniz. atos portos aramis ve dartanyan, zamansız kahramanlar biliyorsunuz. bir gün de hiç fena sayılmaz. anne hathaway'e dayanamayan ben bile filmi azıcık sevmekten geri kalmadım. bakın aslında bu da geçen zamanda değinmeyi ihmal ettiğim konulardan biri. aynı zamanda da bekar olarak izlediğim son film olma özelliğini taşıyan bir gün, zaman zaman göz yaşlarımı tutamamama dahi neden oldu. öngörüm tutabilir ve yeni neslin notebook'u olabilir mi, göreceğiz...