kış uykusuna yatmak istiyorum sevgili izleyiciler.
istanbul şehri bende bu isteği gün yüzüne çıkartıyor havasını değiştirince böyle.
evimde oturmayı hiç bu kadar çok istediğim olmamıştı.
stop.
gardırobumda kışlıklarla yazlıkların önceliklerini değiştirmek bile şu an burada hafif ıslak ayakkabılarımın içinde büzülen parmaklarımı hissetmekten daha iyidir. ızdırabın kaça kadar süreceği de muamma, en üzgün kısmı da bu zaten. neyse onu atlattık sayılır, yani alışmış olmak gerekiyor, malum, ayın bu zamanları ölmek doğmak evlenmek gibi dünyasal şeyler manasını yitiriyor. insan da bir daha düşünüyor o arada, belki de gereğinden fazla önem veriyormuşumdur diye... (mişli geçmiş zamanın mağduriyeti)
neyse onu da geçin, geçen gün şu içinden bir türlü çıkamadığım ofiste, çoğunu sevdiğim yüzlerden biriyle karanlık geçmişimize döndük ve 'çatı' kitap serisi isimli ortak paydayı çıkarttık, çatıdaki rüzgar falan derken o kitabın bir de filminin çekildiğini hatırlayıp wikipedia ve imdb ikilisinden de teyit ettikten sonra dün gece izleyecek başka hiçbir şeyim yokmuşçasına zeytinyağlı ayşekadın fasulyamın yanına, aşırı derecede bencil anneleri yüzünden birkaç yıllarını çatıda kitli geçirmek zorunda kalan dört kardeşin hikayesinin anlatıldığı kitap uyarlamasını aldım, oturdum izledim, hiç üşenmedim.
kitabın ağdalı metnini ve detaylarını yeteri kadar yansıtamasa da (kitabı daha güzeldi klişesi) yıllar önce okuduğum bazı şeyleri hatırladım, 14 yaşıma geri döndüm.
filmdeki 'büyükanne'nin louise fletcher tarafından canlandırıldığını fark ettim sonra. daha geçenlerde shameless'ta (bir dizi, izlemiyorsanız izleyin, güzel ve bıçkın bişiy) joan cusack'in yastığıyla boğulduydu kadıncağız. burada tabii daha makyajlı, mücevheratlı.
istanbul şehri bende bu isteği gün yüzüne çıkartıyor havasını değiştirince böyle.
evimde oturmayı hiç bu kadar çok istediğim olmamıştı.
stop.
gardırobumda kışlıklarla yazlıkların önceliklerini değiştirmek bile şu an burada hafif ıslak ayakkabılarımın içinde büzülen parmaklarımı hissetmekten daha iyidir. ızdırabın kaça kadar süreceği de muamma, en üzgün kısmı da bu zaten. neyse onu atlattık sayılır, yani alışmış olmak gerekiyor, malum, ayın bu zamanları ölmek doğmak evlenmek gibi dünyasal şeyler manasını yitiriyor. insan da bir daha düşünüyor o arada, belki de gereğinden fazla önem veriyormuşumdur diye... (mişli geçmiş zamanın mağduriyeti)
neyse onu da geçin, geçen gün şu içinden bir türlü çıkamadığım ofiste, çoğunu sevdiğim yüzlerden biriyle karanlık geçmişimize döndük ve 'çatı' kitap serisi isimli ortak paydayı çıkarttık, çatıdaki rüzgar falan derken o kitabın bir de filminin çekildiğini hatırlayıp wikipedia ve imdb ikilisinden de teyit ettikten sonra dün gece izleyecek başka hiçbir şeyim yokmuşçasına zeytinyağlı ayşekadın fasulyamın yanına, aşırı derecede bencil anneleri yüzünden birkaç yıllarını çatıda kitli geçirmek zorunda kalan dört kardeşin hikayesinin anlatıldığı kitap uyarlamasını aldım, oturdum izledim, hiç üşenmedim.
kitabın ağdalı metnini ve detaylarını yeteri kadar yansıtamasa da (kitabı daha güzeldi klişesi) yıllar önce okuduğum bazı şeyleri hatırladım, 14 yaşıma geri döndüm.
filmdeki 'büyükanne'nin louise fletcher tarafından canlandırıldığını fark ettim sonra. daha geçenlerde shameless'ta (bir dizi, izlemiyorsanız izleyin, güzel ve bıçkın bişiy) joan cusack'in yastığıyla boğulduydu kadıncağız. burada tabii daha makyajlı, mücevheratlı.
the anneanne |
işte böyle.
saatler ilerledikçe ofis ısındı. şimdi ayaklarım daha az üşüyor. yine de gözüm kapıda itiraf etmeliyim ki.
'hadi artık çıkabilirsin kızım' buyrulmasını bekliyorum. 'benim işim bitti ben gidebilir miyim' (selamlar) demek istiyorum. hiç sevmez patronlar o lafı ha, kulağınıza küpe olsun.
hadi siz de hemen eve gidin bir film koyun izleyin. o da olmadı downton abbey'nin üçüncü sezonuna başlayın, benim gibi biriktirdiyseniz şanslısınız, övünmek gibi olmasın ama...
*çatıyı okuyanlar bilir, o yukarıda da bahsettiğim bencil anne, çocukları yavaş yavaş ölsün de babasının mirasına konabilsin diye onlara arsenikli kurabiye verir her gün, inanılmaz ama gerçek, kitap icabı gerçeklik, ama yine de fenalık.