12 yıllık esaret ve delphine

12 yıllık esaret geçen hafta başlayan randevu istanbul film festivali'nin açılış filmiydi. 
hemen öncesinde beş saatimi istanbul modern'de sinemanın hikayesi'ni izleyerek geçirmiş olmama ve ayaklarımı nereye kıvıracağımı bilemez halde salonun nedense soğuk hava üfleyen havalandırmasının altında geçirmiş olmama rağmen bir 134 dakikayı daha kaldırabileceğime inanarak cemal reşit rey'in yolunu tuttum. (haklıydım, başardım)

sinsi bir manevrayla açılışın gösteri bölümünü kaçırmış, salona anca yetişmiş numarası yaparak dokuzda yani filmin başlama saatinde oraya vardık, ne de olsa yemek yemek için zamana ihtiyacımız vardı. neyse, ödüllerin verildiği ve özge ulusoy'un sigaradan mı çatladığını hiç anlayamadığım sesi payetli şifonlu kısalı uzunlu gece elbisesiyle sunduğu gecenin önemli bir bölümüne yine de yetişmiş bulunduk.

delphine'in tıraş olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
american horror story belasına bulaşmış birisi olarak kölelik denilince son zamanlarda aklına kathy bates'ten daha dehşet verici bir karakter getirmesi zor insanın. kölelerinin kanını cildi için sıkılaştırıcı olarak kullanan, kafalarını kesen, yerine öküz başi yerleştiren, kendinden iyice geçip kızlarını da evinin tavanrasındaki o kafeslere kapatabilen, öldüren, döven, kamçılayan akla zarar bir karakterden bahsediyoruz.

12 yıllık esaret'te michael fassbender'in çok acımasız bir karakter olduğunu okurken, 'sinema tarihinin en acımasız'ı hatta, benim aklımdan geçen sahneler bunlardı işte. evet ben de saçmaladığımın farkındayım, steve mcqueen'den bahsediyoruz ne de olsa. ama normalde asla izleyemediğim korku filmlerine alışmamı sağlayan, sahnelere gözümü kırpmadan bakmama yardımcı olan (insidious 2'de denedim, oldu) american horror story, solomon northoup'un acıklı hikayesine azıcık burun kıvırmamı sağladıysa ne olmuş yani?

filmin en önemli eksiği chiewetel eijofor ile aramızda samimiyet kurdurmaması. belki de köle geçmişini göstermeli bizlere, başına neler gelmiş olduğunu tam olarak kavrayabilmemiz için. özgür doğmadığını ama özgürlüğünü kazanmış olduğunu anlayalım iyice diye. kendisi gibi köle olanlara biraz yüksekten bakışını sindirebilmemiz için, kendisini sahipleriyle bir görmesini anlayabilmemiz için. çünkü biz bugüne dek 1843 yılında bir zencinin sadece köle olabileceğini bilerek yetişmiş cahil insanlarız. şahsen nurtopu'nun (ona böyle sesleneceğim bundan böyle) şahane pazar köstümleriyle (birazcık django hatırası) kasabada salına salına dolaşmaları adeta gövde gösterisi yapmaları tuhaftı, kopuktu, naifti. 

michael fassbender ve sarah paulson karakterlerinin arasındaki işlemeyen evlilik ilişkisi başka bir filme konu olabilecek düzeyde komik olmasına rağmen burada sadece her ikisinin de ne kadar aptal olduklarını gözler önüne seriyor, ve yine, ne yazık ki her ikisi de yeterince zalim ya da sert değiller.
ayrıca seyirci nurtopu'nun neden oralardan kaçamadığını da bir türlü anlamıyor, tamam hemen değil, ama 12 yıl sabredecek ne var be nurtopu?

the good, the white and the ugly
gelelim brad pitt'e. filmin hem yapımcısı hem de tek iyi beyaz karakteri (aslında köle beslemesine rağmen benedict cumberbatch'in canlandırdığı ford karakteri de fena biri sayılmaz) olduğundan haberdardım. ama bu kadarını da beklemiyordum. gökten düşmüş bir melek. lincoln sakalları, röfleli saçlarıyla özgürlüğün kitabını yazmış bu adamın nurtopu'nun bir anda gelen kurtuluşunu (gerçekten de bir anda geliyor, telaşını tüm kalbimizle anlıyoruz tabii, merak etmesin) rezgahlaması bence ayıp. onun yerinde olsam fassbender ya da paul dano'nun rollerinden birine soyunurdum. (paul dano da pis birisi, ama yakışıyor)

12 yıllık esaret kötü bir film asla değil. ama duygu yoksunu. ve mcqueen'inin daha önce sahip olduğu hassasiyeti burada ekrana taşımıyor olması bir hayal kırıklığı. (ya da belki fassbender'i aptal görmeye dayanamamışımdır...)

çok pretty bir lady
oscar'lara gelecek olursak: oyumu lupita nyong'o'dan yana kullanıyorum. fiziki güzelliği oyunculuğuyla birleşen değerli bir taş gibi. filmin en gerçek anları hep onun yer aldığı sahnelerde önümüze seriliyor. hollywood'un yıllardır ödeyemediği borçlarından birisi zenciler ve kölelik, insan hakları ve eşitlik davaları. muhtemelen bu senenin adayları açıklandığında da aynı manzarayla karşılaşacağız.


randevuculara özel not: festival web sitesi çalışmıyor. filmlerin bir arada olduğu bir sayfa yok, jump list yok. bilet satın alma sistemi kafa karıştırıcı düzeyde. festivalin ortasına geldik nerde ne oynuyor anlamak için üç sayfayı birden aynı anda açmamız gerekiyor. bu kadar zor değil bu işler, amerika'yı yeniden keşfetmek de gerekmiyor, bir sürü örnek var, taklit edin.