berlin gunlukleri, 2


bugun benim icin biraz melankolik bir gun sevgili izleyiciler.
metroda gecirecegi vakti ve gunun cumartesi olmasindan dolayi seyrelen trenleri hesaba katmayan deniz yves saint laurent biletini feda eder. daha sonradan ogrenecektir ki bilet aldigi ayni filme bir kez daha bilet isteme hakki yoktur. berlinale tarafindan cezalandirildigini hisseden ve gise gorevlisinden utanan sinemasever kendini girebilecegi ilk sinema salonu olan cinemaxx 6'nin kapisindan iceri atar ve karanlik salonda inzivaya cekilir. fade out...



sonuc: sto spiti / at home / evde bir yunan alman filmi. sinir sistemi merkezli bir hastaliga yakalandigini ogrendikleri 20 yillik yardimcilari nadja'yi, gurcu asilli, ama sivesi yok(mus), isten cikarmaya karar veren asiri zengin yunan ailesinin muhtesem evi ve o evin daha da muhtesem manzarasinin basrolde oldugu bir dram. belki de sabahki moral bozuklugumdan bilmiyorum, ya da belki de su sahneden dolayi:

evet yasli bir ciftin dansinin insani huzunlendirmesi biliyorum cok klise,
ama elimden gelen bir sey yok.


biraz agladim. bir de filmdeki oyuncularin kostumleri sanki uniforma giyiyorlasmicasina hic degismedi. basin toplantilarinda aklima soracak hic soru gelmeyen gelenleri de derhal anlamsiz ve gereksiz bulup eleyen biri olarak bu filmin ardindan bir basin toplantisi olmasini iple cekmistim. o mikrofonu elime alip soracaktim yonetmen athanasios karanikolas'a, neden diyecektim, neden nadja'nin kizinin sarki soyledigi sahne disinda degismiyor o kiyafetler. ki o kiyafet de filmin baslarinda nadja'nin utuleyip dolaba kaldirdigi elbise. meger milano'dan almis evin hanimi...

timucin esen'in rolune uzak kaldigini dusunuyorum, sesi yuzunden.
sonra geldigimden beri ilk kez postdamer platz disinda bir yerde metrodan inip gun isigina cikarak alexander platz'da cubix'te kumun tadi'na geldi sira. (sansim yaver gitti ve metrodan ciktigim yer sinemanin da hemen karsisi oldu, dun geceki eve donus maceralarimdan sonra boylesi tabii ki daha iyiydi) hakkinda duyduklarimdan dolayi beklentimin dusmus olmasina ragmen film ne yazik ki hala kotuydu. (beklenti dusunce sonuc guzellesiyor you know)
goruntu-his-diyalog uclusunu ayni anda ortalamanin ustunde tutamayan turk sinemasinin yeni ve asla son olmayacak orneklerinden biri dahaydi karsimizdaki. 
filmden sonra izleyenlerin sorularini yanitlamak uzere yonetmen melisa onel ve senarist feride cicekoglu sahneye ciktilar.

yola 'deniz'den ciktiklarini anlattilar, hem nesnel hem de metaforik bir sekilde yaklasmislar 'deniz'e... koltuklarim biraz kabarmadi degil. sonucta film benden bahsediyor.
cicekoglu, melisa onel'in mekani cok onemsedigini ve filmin acilis sekansinin kiyi olmasina karar verdigini anlatti. tabii bir de daha iyi bir hayatin arayisinda olan multeciler...
sakalarim bir yana kumun tadi/seaburners soguk bir film. gercekten guzel goruntuleri soguk bir bardak kahve esliginde sunuyor, ama sizin pek sevdiginiz frappuccino tadindaki bir sey degil bahsettigim...

kareler iyi hos.