|
buna en onemli sebep bilgisayar yoksunlugu, mouseum olmadan calistiramadigim bilgisayarim kapaginin acildigi ilk anlarda bana artik duzelmiscesine goz kirpip bes dakika kadar sonra yalpalamaya basliyor. dun durumu anlattigim birisi mac book pro'larda bu durumun ne yazik ki cok sik yasandigini ve ilk bozulan yerin de genelde touchpad oldugunu soyledi. yutkunuyorsun, yapacak bir sey yok, simdilik.
mesele dun oldugu icin hafizami zorlamaliyim.
the jen con (yeni bir super kahraman) |
uzun zamandan beri ilk defa gozume yakisikli gorunen cillian murphy filmde bir sahin terbiyecisini canlandiriyor |
(bence) hic makyajsiz bir melanie |
once aloft ne demek ona bakalim, kac gundur hep unutuyorum, hatirladigimda da internetim olmuyor, zaten genelde internetim pek olmuyor, telefon faturama milyarlar odeyemeyecegime gore 3g denen edepsizi calistirmayi aklimdan bile gecirmiyorum.
aloft havada demekmis. mantikli.
baslangici itibariyle 'aaa, galiba artik iyi bir yarisma filmi izlemek uzereyim' dedirten film once karanlik sonra da kardan iyice beyazlamis kis aylarinda ilerliyor, zaten kanadanin kutuplarindayiz... jennifer connelly basrolde oldugu filmde, iki oglundan biri zihinsel bir rahatsizliga sahip (burada 'bir' kelimesi onem tasiyor, film her ne kadar iyilestirme uzerine de olsa nedense hicbir hastaligin ne oldugunun ozerinde durulmuyor, 'hastalik' adi altinda genis kavramlar mevcut) nana ephron rolunde her zamanki gibi guzel, cabasiz ve inandirici. (filmin sonunda yaslanmis haliyle de tanisiyoruz, guzellik konusu o noktada tartismali oluveriyor iste, o kaslar caliya donuyor, renkleri aciliyor filan, boyle mi olacakti diyor insan icinden)
neyse, oglunu iyilestirmek icin 'the architect' adi verilen esrarengiz (sonradan oyle cok da esrarengiz biri olmadigi, onun da evde donuyla bira ve sigara icen biri oldugunu anliyoruz) bir adami kovalayan nana (soyadi ephron, ha!) kendiyle ilgili cok da sasirtici bir gercegin farkina varacaktir...
film zamanda yolculuk ediyor, flashbacklerle ilerliyor, connelly'nin oglunun buyuklugu olarak cillian murphy, kendisi de saglik arayan genc belki de kanser hastasi fransiz rolunde ise melanie laurent'i izliyoruz. sahsen laurent'in guzelliginden ilk kez bu kadar cok etkilendim.
sonuc itibariyle film son anda biraz dagiliyor, diyaloglar evrene meseaj veren bir yapida uzaya firlatiliyor filan, ve film bitiyor. aslinda ilginc bir yerlere gidebilecekken, icine kapanmayi ve sessizligi seciyor. son zamanlarda siklikla karsilastigimiz bir egilim. yonetmen claudia llosa 2009'daki festivalde aci sut filmiyle altin ayiyi kucaklamis oldugunu da hatirlatmakta fayda var...
bai ri yan huo / black coal thin ice |
gune yine christoph waltz'un oldugu bir salonda (cinemaxx 7, juri orada izliyor genelde yarisma filmlerini) black coal, thin ice/kara komur, ince buz ile devam ettim. polisiye bir film idi. ana karakteri sevdim (fan liao'ya altin ayi verirler mi dersiniz?), ama sonra biraz sikildim, film uzadi, uykum geldi, elma yemek bile ise yaramadi, sonra havai fisekler patladi filmde, ben waltz'u yakalamak icin kostum, ama onlari farki bir kapidan cikardiklarindan salonun disina, mutlulugum kisa surdu... black coal, thin ice ile ilgili soyleyeceklerim bununla sinirli, iyi bir tur filmi, ama yarismada bir beklenti yaratacagini sanmiyorum...
kuzu ekibi zoo palast'in gorkemli sahnesinde maaile |
kutlug ataman'in kuzu'su, festivalin basindan beri izlediklerim arasinda en cok begendigim film oldu (bugun boyhood'da ayni yaslardaki baska iki kardesi izleyene dek, ama buna daha sonra deginecegim) mert'i yerim, ablasi vicdan'i ise doverim. ama bunlar hep iyi anlamda... film hem goruntuleri, hem hikayesi hem de diyaloglariyla son derece doyurucu, sik sik eglendirici ve neredeyse hic dagilmadan tikir tikir isledi. son 20-25 dakikasinda bir hizlanma, bazi detaylarin uzerinde yeterince durulmamasi gibi bir durum yasansa da salondan mutlu ayrildik. ne kadarimiz turk ne kadarimiz baska uluslardandi bilmiyorum gala gecesinde, ama alkislarin dinmesi uzun surdu, seyirciler filme karisti, ve ne guzeldir ki kimsenin uykusu gelmedi.