efendim meğer çağan ırmak'ın filmi 'unutursam fısılda' dün (29 ekim) vizyona girmiş de hiç haberim olmamış. türk sinemacıları pek şanslı bu ara, bakınız cem yılmaz da bayram trafiğinden faydalanmıştı, ırmak'ın da şansına cumhuriyet bayramımız düştü. yolları açık olsun.
benim bu hafta hakkında konuşabileceğim ve konuşmayı istediğim tek film: sivas.
basın gösteriminde bugün izlediğim, (beyoğlu-beyoğlu ne iyi fikir bkz iletişim!) sivas'ı çok beğendim. oyunculuğunu, hikayesini, abartısızlığını, kendi halindeliğini, bilsek de aslında pek de bilmediğimiz bir konuya el atmasını ve bunu çok profesyonelce yapmasını.
filmin yazar ve yönetmeni kaan müjdeci'nin tavrını en başından beri çok beğeniyorum. okuduğum röportajlarının hepsinde de ne anlatmak istediğini çok kolay dile getirdiğini fark ediyorum. içtenliğini, lafı uzatmamasını. ilgisini çeken bir konu hakkında uzun uzun araştırmış. hikayesini yazdıktan sonra da onu ekrana taşımak için en doğru çözümlemeleri bulmuş, geliştirmiş. casting harika! yozgat ve çevresindeki tüm çocuklar beni tanıyor dedi bugün film gösteriminin ardından yapılan basın toplantısında. binlercesini görmüş ve gerçekten de en doğrusunu seçmiş! doğrularını demeli, oyuncuların hiçbiri profesyonel değil, ama öyleler. kendisinin de söylediği gibi.
az önce aynı filmi izlediğimizden emin misiniz?
bu basın toplantısı mevzuna da ayrıca değinmeliyim. çünkü güzel bir film izleyip bitirmenin mutlu huzurunu yaşatmayan o birkaç kişiyi burada anmadan geçmeyi istemem. kimdiler bilmiyorum, hiç de merak etmiyorum. ilk iki soruyu soran genç adam mesela. filmin bir konusu olmadığını, lineer ilerlediğinden duyduğu sıkıntıyı dile getirdi. sıkıntı da değil. öyle olduğunu fark etmiş, nedenini merak etmiş. tespitiniz için ekstra 10 puan. bu da yetmedi ikinci sorusuna geçti, ki bence ikinci bir soru sorma hakkını henüz kazanmamıştı. çocuklar neden küfrediyor bu kadar, yanlış değil mi diye sordu. (hissen hatırladıklarımı yazıyorum, kelime kelime hatırlamıyorum söylenilenleri). müjdeci'nin cevabını beklemeden ayağa kalkıp az önce birlikte aynı filmi mi izledik diye sormak istedim bu soruları sorana (az sonra bahsedeceğim yönetmeni küstahlıkla suçlayan kadınlara da aynen). yönetmen cevaplarını verdi. sakinliğini de korudu sayılır. filmi venedik'te gösterdiklerinde bugün salonda kopan kahlahaların hiçbirinin orada yaşanmadığını söyledi. küfretmekle konuşma dili arasındaki farkı anlamak için çok yerinde bir anekdottu. çocukların ağızlarından çıkanların küfür değil, o yörenin dili olduğunu bir çocuğa anlatır gibi anlattı soruyu sorana...
sonra o arkadaki kadın söz aldı. aylardır filmin anlattığı başka hiçbir şey yokmuşcasına gevelenen 'peki ya köpekler?!' sorusunu yöneltti müjdeci'ye. bu soruyu sormak çok mantıklı bu arada, ama bu salondaki kişiler gazeteci, yani eminim izlemek üzere oldukları film hakkında birkaç kelime okumuşlardır diye düşünüyor insan, hele de film yurt dışındaki en önemli festivallerden biri olan venedik'ten ödüllüysse. bu cevapları zaten defalarca vermiş olan yönetmen soruyu yine de yanıtladı. köpeklere zarar gelmedi dedi. bunu ayrıca belirttik dedi. böyle bir konu var ve bunu işledim dedi. siz isterseniz başka bir film izleyin dedi. ne güzel söyledi.
sivas'ı görün, ya da görmeyin. ama ben sizin yerinizde olsam insancıl bir hikaye dinlemek, bir buçuk saat boyunca minik aslan'ın dünyasına bir an önce girmek isterdim.
ve evet,
köpek dövüşleri vardır. keşke olmasalardır, ama aynı savaşlar gibi, hakkı yenen vatandaşlar gibi, sebepsiz yere ölen çocuklar gibi ne yazık ki onlar da vardır.
bu hafta ayrıca arı maya; abel ferrara'nın filmi new york'a hoşgeldiniz; oflu hocanın şifresi ve pompeii de vizyonda olacak. iyi seyirler.