ayşecan ipek'in kelimelerle arası hep çok iyi oldu.
ayşecan hakkında 'hep', 'çok', 'ezelden', 'daima', gibi kelimeleri har vurup harman savurmaya hakkım var, çünkü kendisini 1992'nin eylülünde tanıdım, o gün bugündür hep hayatımda.
umarım hiç de çıkmaz.
#konukyazar'ımız bize bir macar filmi olan white god'dan bahsetti.
cuma günü ülkemizde de vizyona giren film tam da onun ilgi alanına ait bir durumu anlatıyor.
lafı uzatmadan yazıya geçiyorum. (ben filmi henüz izlemedim, ama sanırım bunu okuduktan sonra gitmek içın daha da çok sabırsızlanacağım)
➳
tüm
istenmeyenlere ithafen
açılışını
rilke'nin 'everything terrible is something that needs our love'
cümlesiyle yaparak bize neler beklememiz ve hatta neler hissetmemiz
gerektiğini söylemeye mi çalışıyordu white god? orijinal
ismiyle fehér isten. yarım saat önce sinemayı terk ettiğimde
filmin adının neden 'beyaz tanrı' olduğunu düşünüyordum ve ne
yalan söyleyeyim… 'beyaz diş'e kadar geldim. bugüne kadar
lassie'den tutun da marley and me'ye kadar hiçbir köpek filmini
kaçırmayan ben, bu kadar sek bir macar yapıtıyla karşılaşmayı
beklemiyordum. biz hayvanseverlere inatla satılmaya çalışan o
sahte duygusallık bir yerden fırtlar, bir şekilde tadımızı
kaçırır sanıyordum. iyi ki yanıldım. üç aylığına babasının
yanına taşınmak zorunda kalan lili'nin ülkenin katı kuralları
sonucu melez ırk mensubu köpeği hagen'den ayrılmasıyla başlıyor her
şey. böylece babasının evinde yabancılığı daha da artıveren
bu koca gözlü kızın, bir gün köpeğiyle mutlaka karşılaşacağına
dair inancı tam. ancak bir yandan o kadar kesip atıveren, çabuk
vazgeçen, içinde yatan asi ruha rağmen boyun eğen bir tavır
sergiliyor ki, duygusuz mu yoksa mantıklı mı olduğuna karar
veremiyorsunuz… hagen'in başına gelenler ise tahmin
edebileceğiniz gibi… evinden sokağa bırakılan hayvanların
yaşadığı geçişleri allamadan pullamadan, tüm gerçekliği ve
netliğiyle gözümüze sokuyor filmin aynı zamanda yönetmenliğini
üstlenmiş olan, viktória petrányi'ye bu etkileyici hikayede kalem
arkadaşlığı da yapan kornél mundruczó. sokakta yaşadığı
birkaç haftanın ardından bir zamanlar lili'nin ellerini sevgi dolu
arsızlıklarla yalayan hagen, bir dövüş köpeğine dönüşüyor
ve bu dönüşüm izlemesi pek de keyifli bir şey değil. eğer siz
de benim gibi white god'ı sabırsızlıkla beklemiş, yollarını
gözlemiş o gruptansanız, kulaklarınız fragmanı seyrettiğiniz
ilk günden beri köpeklerin tüm kötülüklere baş kaldırıp
çalacağı intikam çanlarında. ve ilk atağın ardından 'işte
bu' demeniz son derece doğal. çünkü hagen, bizim de intikamımızı
alıyor insan denen tek dişi kalmış canavardan. bilgisayarımın
başında otururken isminin gizemini çözdüğüm, sam fuller'in
1982 yapımı kült filmi white god'ı gösteren ve hatta alfred
hitchcock'un birds'üne uzanan işaretleri takip edip sonra 'ne fark
eder' dediğim film, kötülerin kötülükle cezalandırılması
konusunda teraziye bindiriyor vicdanımızı. barınaktan ve sokaktan
kurtarılmış iki köpeğin sahibi olarak koltuğumda keskin bir
bıçak gibi gerildiğimi, salya sümük ağladığımı, hagen'i
canlandıran lucky ve buddy isimli iki ümit veren film yıldızı
dışında, 50'den fazla köpeğin bir araya gelerek ortaya çıkardığı
şahane görüntüler sayesinde küçük dilimi yuttuğumu itiraf
ediyorum. hikaye yalın. iki ve dört ayaklıların performansı
görülmeye değer çıplaklıkta. müzikler pek güzel. ama en
önemlisi 13 yaşında bir kız çocuğunun, kocaman ve saldırgan
bir köpek/terör çetesi karşısında eski dostunu bulmak ümidiyle
çalmaya başladığı o enstrümanın sesini ta kalbimde duydum.
tabii ki hagen de duydu.
not:
filmin çekimleri boyunca hiçbir hayvan zarar görmemiş.
not
2: filmde görev alan eğitmenlere benden saygılar
not
3: lili o mavi sweat-shirt'le üşümüyor muydu yahu?
not
4: filmin dört ayaklı oyuncularının listesi insanlardan uzundu.
not
5: meğer türkçe'den daha garip bir dil de varmış.
not
6: metrocity cinema pink'te izleyin. çok güzel bir sinema.
not
7: eve gelir gelmez frida ve gypsy'e sarıldım.
not
8: satın almayın sahiplenin.