iyi hissetmeye ihtiyacımız var ve... (bir liste)



iyi filmler izlemeye de tabii.

80 ve 90'ların romantik komedilerinin yerini pek az film tutabiliyor. (konuyu burada irdelemiştik: en iyi romantik komediler, bir liste) aşağıda sıraladıklarım bu kategoriye hem giriyor hem de girmiyorlar. ama iyiler, düşük bütçeliler (indie olarak da bilinirler) başlarından doymuş olarak kalkma garantiniz ise cabası.




bu listeyi oluşturmaya bugün neler izledim'in instagram takipçilerinden birinin sorusunu yanıtlarken başladım. cevabını verebildim mi, bunların arayışında mıydım bilmiyorum ama önemli olan da bu değil zaten. o halde: teşekkürler @valr.kjosa.






obvious child: (yönetmeni gillian robespierre'in yeni filmi landline da izlemek için sabırsızlanılanlar listesine konulsun): daha önce burada hakkında bahsedildi. bir hamilelik mevzuu var, ilerlemesi imkansız gibi başlayan bir ilişki sonrası. kimse kimseyi kandırmıyor, bebek odası duvarı boyamaya başlamıyorlar yani üç gün içinde. jenny slate oynuyor başrolde, yanında da bu sezon lena dunham'ın sevgilisi rolünde girls'de izlediğimiz efendi yüzlü jake lacy var.



beginners: ethan hawke ve melanie laurent var. ben bugüne kadar sadece bir kez izledim, size daha çok detay yazabilmek adına keşke bir kere daha izlesem. ben düşünedurayım siz izleyin. aslında mesele bir baba oğul ilişkisi ama araya kız da girmiş. melanie'nin saçları yine dağınık yine güzel.



500 days of summer - geçenlerde uçakta plastik şişeden kırmızı şarap eşliğinde yeniden izlemeye karar verip hüngür hüngür ağladığım film, oysaki sinemada izlerken bol bol kahkaha attığımı hatırlıyorum. seneler ve haller değişiyor işte bünyede.



what if: bu çok sabun köpüğü, başı da sonundan belli, harry ve sally'nin yolundan ilerliyor, arkadaş filan olamazsınız erkeklerle diyor, sonra da haklı çıkıyor, zor zanaat malum.



the secret life of walter mitty: bütün aksiyonuna rağmen aslında walter da aşkın peşinde. hem de aşk kristen wiig suretinde. birlikte david bowie şarkıları mı söylemiyorlar, izlanda'da kaykay mı kaymıyorlar, tibet'te dağlara mı tırmanmıyorlar? bu saydıklarımdan bazılarını birlikte yapmadıkları doğru. benim içimi huzurla dolduran filmlerden mitty, tadına bakmadıysanız henüz, ne duruyorsunuz?



me and earl and the dying girl - sümükleriniz salyanıza karışacak şekilde ağlatırken bir o kadar da gülümsetme garantili. ağlamak korkutmasın çok iyi referanslar içeren bir film. evdeki kedinin adı cat stevens mesela, baba rolünde ise nick offerman var, yani...



submarine (ve yeni craig roberts filmi the fundamentals of caring): sadece yukardaki fotoğrafı paylaşıyorum, gerisine siz karar verin. veremediniz mi? wes anderson ingiliz pasaportu almış gibi düşünün, ama öyle kopyacılık gibi de değil, oliver tate'in hikayeyo aktarış biçimi ve odasının kalabalıklığı açısından. set designer iyi çalışmış yani. yönetmen richard ayoade'yi the it crowd'dan tanıyorsunuz. hayallerini gerçekleştirebilen insanlara çok saygı.


 

skeleton twins: bu filmi çok seviyorum, en çok da yukardaki sahneyi sanırım. kristen wiig ve bill hader ikiz rolündeler. yani korku filmi değil. (ayşecan i love you)



frances ha: hepimiz frances'ız. ama fransız değiliz. (yazar an itibariyle tüm ciddiyetini yitirmekte) gerçekten de öyle ama, new york'tayız, günümüz, siyah beyaz olduğuna bakmayın yani, frances'ın düzeni bozulmak üzere, küllerinden doğabilecek mi izleyin de görün. greta gerwig ve noah baumbach iki yılda bir bunlardan yumurtluyorlar, ama örneğin geçen yıl çıkan mistress america aynı dengelere sahip değil kendi içinde. filmin adının neden frances ha olduğunu da son sahnelere dek öğrenemeyeceksiniz, ve öğrendiğiniz anı keşke birisi kameraya çekse. game of thrones'un kanlı düğününü izlerken insanları çekmiş ya arkadaşları, öyle bir deneme...



diary of a teenage girl: bu yıl izlediğim en iyi filmlerden biriydi. işin komiği burada kristen wiig var. ama konu o değil. bel powley, başroldeki teenage girl yani, annesinin sevgilisi alexander skarsgard'la bir ilişki yaşamaya başlar, şimdi düşünün bi, annenizin bir sevgilisi var ve o da alexander skarsgard. etiğinizi kaybetmeniz mümkün. filmin ana fikri de bu: büyük konuşmayın. hayır değil tabii. genç kızın bir günlüğü var, oraya resimler de karalıyor. tadından yenmiyor ve çok komik. 


 

away we go: yine biraz ağlak, en azından benim üzerimdeki etkisi bu, en tatlı hallerinden biriyle john krasinski ve bu filmde tanıdığım maya rudolph'un başrollerinde oldukları un kurabiyesi tadındaki film her eve lazım. maya rudolph paul thomas anderson'ın karısı bu arada. 15 tane de çocukları var. burada ilkine hamile yanılmıyorsam.

aklıma geldikçe ekleme yapma hakkını elimde tutuyorum. yorumlarınızı esirgemeyin.
öptüm çok,
d.