2018 faaliyet raporu: filmatik

olivia colman, the favourite
şimdi de bu sene izlediğim ve içimde en çok yer eden, şu an düşündüğümde izlerkenki heyecanımı, duygusallığımı, korkumu hala hissettiren filmleri sıralıyorum.
bu arada bu listeyi yapıyorum ancak okumadan önce henüz izlemediğim ve izlemek için sabırsızlandığım filmleri de sıralamak isterim: roma, the favourite (olivia colman'ın oscar'ı alacağını düşünüyorum buradaki performansıyla, daha doğrusu oscar'ı olivia colman'a vereceklerini, rachel weisz da bir yardımcı daha kapabilir bu vesileyle), blackkklansman, the house that jack built, dogman, shoplifters, if beale street could talk, suspiria...

sunny suljic & na-kel smith
mid90's. jonah hill'in beş senesini verdiği, soundtrack'inde yer alan bütün parçalar için sanatçılara tek tek mektup yazarak izin istediği gönül projesi. başroldeki sunny suljic için önce hakkında söylenenleri duymuştum, aşırı cool olduğunu filan. izleyince anladım. yolu açık olacak benim temennilerime ihtiyacı yok, dikaktli ol timothee! (the killing of a sacred deer'da da oynamıştı sunny, evet, o.)

milly shapiro
hereditary. senenin yıldızlarından bence. yıldızı belki de. hem dramatik hem korkunç. hem heyecan verici hem de şaşırtıcı. bu kadar çok iyi özelliği başka yerde bir arada bulmanız çok zor. olivia colman'dan önce toni colette'in ödüllere doyurulmayacağına inanmıştım ama öyle olmayabilecek gibi duruyor golden globe'lar tarafından es geçildiğini gördüğümden beri. ama siz bu ödül trafiğini boş verin izlemediyseniz ve tabii korku seviyorsanız hemen izleyin. ay daha kaç kere söylicem ya!

elsie fischer
8th grade. allahımmmm! mükemmel! kendi ergenliğinize ışınlanıyorsunuz. tabii o zamanlarda cep telefonu yoktu. o kadar çok gülerek ve kahkahalarım ara sıra göz yaşlarıma karışarak izledim ki! o kızının kafasının içine biraz olsun girebilmek için hassas hassas bomba imha ekibi titizliğiyle uğraşan baba, o sivilceleriyle, tombikliğiyle barışmaya çalışan, büyüdüğünü sanan, büyümeye uğraşan, özenen, kendi kimliğini bulmaya çalışan kız çocuğu... alkış.


a quiet place. fragmanını görür görmez heyecanlandırmıştı, iyi bir gerilim izleyeceğimden emin gittim sinemaya, beklediğimi de aldım. sonra biliyorsunuz üzerine bird box çektiler sandra bullock'lu, bu sefer sessiz olmayın gözlerinizi kapatın mesajı veren. ama o kahvaltı sonrası fazla kafa yormadan izlenecek bir pazar filminin ötesine geçemedi.


incredibles 2. ilki en sevdiklerimdendi. ikincisini çekeceklerine inancımı yitirmiştim açıkçası ama meğer vazgeçmemişler. en keyif aldığım filmlerdendi, telefonumu elimden bırakabildiğim nadir filmlerden. animasyon diye de kategorize etmiyorum farkındaysanız.


isle of dogs. istanbul film festivali'nde izlemiştim, dün gibi hatırlarım. şaka şaka. neresi şaka bunun? wes anderson'dan yine bir mükemmellik tufanı gibiydi, sahne sahne üstüne. kendinize bir iyilik yapmak istediğinizde geçin karşısına ve hangi köpeği hangi wes anderson gediklisi aktör seslendirmiş tahmin etmeye çalışın (imdb'den kopya çekmeden tabii).


mary poppins returns. mary poppins'le ilgili bu kadar hıssiyatlı olduğumu saving mr. banks sayesinde anladım. filmi her, izlemeyi bırakın düşündüğümde ağlıyorum filan. neymiş bu kardeşım böyle! poppins'le hazırlık sınıfındayken tanışmıştım ama küçük deniz kızı varken en sevdiklerim arasına girmemişti açıkçası. mary poppins returns ilk filmin 20 sene filan sonrasında mary poppins'in banks'lerin evine dönüşü başından sonuna gözyaşlarıyla izlenebilecek cinsten. bazen çok şarkı söyleyip çok dans ediyorlar ama dayanabilirsiniz. en sıkıcı bölüm de meryl streep'li olan bu arada sorry not sorry. 


avengers-infinity war. hiç beklemiyordum avengers'ı beğenmeyi ama beğendim, baya bi eğlendim. serinin son filmini heyecanla bekler buldum kendimi. captain marvel için de heyecanlıyım. neyse, türünün iyi bir örneği, kova popcorn şart yalnız buna, yani o tip filmlerden olduğunu söylememe gerek yok sanırım.


bohemian rhapsody. vallahi büyük bir coşkuyla izledim. freddie mercury hakkında bilmediğim şeyler ögrendim. bir de rami malek performansı tabii. bir kez daha izlemek için sabırsızlanıyorum bohemian rhapsody'yi. sinemada bile gitmek istedim tekrar ama yapmadım.


private life, like father. bu ikisi bu sene netflix'te izlediğim en iyi filmler. tamamen ayrı kategoriler, hatta belki like father'ın yanına bird box, iste all the boys i loved, sierra burgess is a loser filan gibi filmleri de eklemeliyim. ama private life ayrı bir kategori. listede yer almasının sebebi netflix değil, içime dokunan bir film olmasıydı. kathryn hahn iyi ki var değil mi? neyse, diğer saydıklarım da henüz izlemediyseniz bilgisayar/tv karşısında aylaklık etmek istediğiniz zamanlar için ideal.


you were never really here. joaquin'ciğim canım, sen de iyi ki varsın. bu rolüne de yine çok yakışmışsın. ellerine sağlık canım.


love, simon. bu filmi ben nedense çok sevdim. yani tam bir amerikan lise klasiği: varlıklı suburban ailenin bu seferlik gay oğlu aşkı keşfediyor filan. bildik hikayeye lgbtiq dokunuşu. ama olmuş. zamanımızın mean girls'ü gibi düşünün. 


the rider. bunun bir de lean on pete versiyonu var. ama siz bunu izleyin. iki filmin konularının atlar dışında birbiriyle hiç alakası yok bu arada. the rider başrolündeki brady jandreau'nun yumuşacık ve hüzünlü bakışları gibi bir film. yazar aktöre aşık olmuş olabilir birazcık. film süresince en azından.

loveless
loveless, call me by your name. bunları ben geçen senenin ödül sezonunda izlediğimden geçen seneye ait görüyorum. fakat aslında 2018'de izlendiler ve çok ama çok sevildiler. call me by your name'i çok konuştuk, popüler olduğu için okunası gelmeyen bir kitaba dönüşmüş bile olabilir pek çoklarınız için ama ilgiyi kesinlikle hak ediyor. loveless ise sert, tok bir yumruk gibi iniyor kalbinizin orta yerine. bağzı filmler çok güzel!



özel mansiyon 
first reformed. ethan hawke'un performansı. kafasının karışıklığı. dünyayı aşk ve sevgi kuratacak mesajı. 
the wife. izlemek için en sabırsızlandığım filmlerdendi bu. glenn close'u damages'dan beri bir ekstra seviyorum. sonunu pek beğenmemiş olmakla birlikte tavsiye ediyorum.
mission impossible-fall out. ne manyak bir şeydi bu yahu. tom cruise'un tüm sakatlanmalarına değmiş olduğunu düşünüyorum açıkçası.
listenin bu kısmı daha gelişir, güncellemelerimi bekleyin.