all of us strangers

andrew scott (adam) & paul mescal (harry)

all of us strangers filmekimi'nde ve genel olarak (hayatta dermişim mesela :) yani, nerdeyse) izlemek için en çok sabırsızlandığım filmdi. :)

paul mescal normal people’da karşımıza çıktığından beri birlikte çalışmayı seçtiği yönetmenler, projeler, kırmızı halıda giydikleri, o mahçup gülümsemesi, sıcak tavırları filan derken hala hiç hata yapmadı ve her adımını yakınen takip etmekten büyük keyif almaya devam ediyorum tüm bu sebeplerden… gladiator'u de büyük merakla bekliyorum, bir başka çok sevdiğim yeni nesil oyuncu saoirse ronan'la başrolü paylaştıkları foe'yu da.


andrew scott fleabag’de hot ve bir o kadar cool bir priest olarak izlediğimizden beri inanılmaz ve haklı bir yükseliş yakalamış durumda kariyerinde. hatta 2019’da bradley whitford emmy’lerde en iyi konuk oyuncu dalında ödülünü alırken sahnede şu hot priest andrew scott’a vermeliydiniz bunu demişti. actor’s actor dedikleri... scott'ı yakın zamanda patricia highsmith'in müthiş karakteri tom ripley olarak izleyeceğiz ripley dizisinde. kaynaklar 2023 bitmeden diyor, inşallah dedikleri gibi de olur. beni en en en en çok heyecanlandıran proje geçen yıl haberdar olduğumdan beri.

weekend, 2011

weekend ve 45 years gibi nüanslı filmlerini severek izledikten sonra andrew haigh de ne yapsa ne yazsa çekse izleyeceğim yönetmenlerden biri olarak duruyordu kafamdaki o not defterinde. en son lean on pete'i izlemiş ve bir ritm sorunu olduğunu düşünsem de (yavaştı da diyebiliriz kısaca) sevmiştim. başrolündeki charlie plummer'ın hala yıldızlaşamamasını anlamıyorum mesela ama bu başka bir konu. aynı şekilde looking de san francisco'da yaşayan çoğu gay bir arkadaş grubuna odaklanıyordu ve ne yazık ki çok kısa ömürlü olduğunu düşündüğüm bir diziydi. hbo da böyle düşünmüş olacak ki haigh'ye hikayesini bir filmle bitirme şansını tanımıştı fakat bence iş işten geçmiş idi, diye de kafiyeli bitirmiş olayım cümlelerimi. :)

şu fotoğrafın içine keşke müzik gömebilsem! link gömeyim bari de tıklayanlar için arkada çalsın en azından.

• claire foy ve jamie bell filmde andrew scott’ın 12 yaşında bir trafik kazasında hayatlarını kaybeden anne ve babasını canlandırıyorlar. scott bir senaryo yazarı ve hayatının içinde bulunduğu dönemde o kayıp sürecini yeniden sorgulamaya başlıyor. ailesiyle konuşma şansı olmamış şeyleri onlara anlatmak, büyüyüp dönüştüğü insanı tanımalarını isterken buluyor kendini ve çocukluğunun geçtiği banliyo kasabasına, eski evlerine seyahat etmeye başlıyor. bu seyahat fiziki ama aynı zamanda da tahmin edeceğiniz üzere zihinsel bir seyahat.

yaşadığı çok ıssız ve bir o kadar da modern londra apartman kompleksinde bir gece yangın alarmı çalmaya başladığı sırada harry, yani paul mescal’le karşılaşmaları da tam bu dönemine denk geliyor adam'ın. harry’nin hayli alkollü olduğu o gece adam biraz çekingen davransa da daha sonra bu tutumunu telafi ediyor ve ikisi hızla yakınlaşıyorlar. 

bundan fazlasını söylemeyeceğim konuya dair. ama şunları diyebilirim spoiler vermeden: mescal ve scott'ın uyumları muhteşem. fragmandan bile taşan o duygu seli film boyunca hep sizinle. her iki oyuncu da sanki oynamıyorlar, neredeyse burun deliklerinin içine kadar giren kamerayla flörtleşiyorlar. ben pek çok kez ağladım filmi izlerken. harry’nin şefkatli, tüm enerjisini karşısındaki bu yeni insanı tanımaya adayan karakteri ise en çok sevdiğim şeylerden biri oldu filme dair. yeni nesle dair bir şeyler anlatılırken bu pek sık rastlamadığımız bir özellik. ya da son dönemde herhangi bir şey izlerken diyim. hep bir harele gürele, bağrış çağrış. burda ise karşımızda birbirinin elini tutmak ve neredeyse tanıştıkları andan itibaren birlikte yürümek isteyen iki insanı izliyoruz.

jamie bell, andrew scott ve claire foy

• anne ve babasıyla olan yüzleşmesi, onlara eşcinsel olduğunu söylediği zaman verdikleri tepkiler biraz fazla ezbere hatta karikatürize geldi bana. fakat orda da yine bir şefkat durumu gösteriyor kendisini zamanla, o yüzden, 'peki' diyebildim ben. sorunumsa filmin finaliyle oldu. bir süre sonra olaylar hiç istemediğim bir yönde ilerlemeye başladı ve sanki haigh kontrolünü kaybetmiş gibi hissettim.

'claire foy ve hatta jamie bell de, bu dünyaya andrew scott’ın anne babası olarak gelmelilermiş,' hissi de film boyunca üzerine çok düşündüğüm bir şey oldu. bu genetik durum beni gerçekten çok şaşırttı. özellikle de foy ve scott’ın benzerlikleri inanılmaz. bundan da bahsetmeden geçmek istemedim :)

anne ve babam hayatta olsalar da, şu yetişkin yaşımda onların benimle akran oldukları zamanlara dönme, onlarla karşılıklı oturup konuşabilme fikri, izlerken yine üzerine çok düşündüğüm ve beni çok da hüzünlendiren bir başka tarafı oldu filmin. 
aynı hissi sık sık the americans'ta da yaşamıştım. ne matthew rhys babama benzer ne de keri russell anneme, ama öyle bir nostalji, o ev, o kıyafetler, o ışık, bilmiyorum... gayrettepe taksim beşiktaş arasında geçen çocukluğumu yaşatmıştı dizi bana. tüm o evler, halılar, kokular. çok güzel dizidir, henüz izlememiş olanlar şanslıdır diye de ekliyim.

bu afişi çok sevdim

• lafı daha fazla uzatmadan şunu söyliyim; bu filmi ne olursa olsun izleyin ve zaten izleyeceksiniz de. finalde ve gidişatta benim gibi mi hissedeceksiniz bilmiyorum, bunları zamanı geldiğinde yeniden açık açık konuşmayı isterim. ama ben boynu bükük ayrıldım salondan. çok güzel müziklerle, çok güzel insanlar ve çok kalifiye oyunculuklarla da donatılmış olsa da bir şeyler eksik kaldı bende.


• andrew haigh all of us strangers'ı taichi yamada’nın strangers isimli romanından uyarlamış. film henüz tarihi açıklanmasa da yakın bir zamanda (inşallah) mubi’ye gelecek. (disney'e de gelebileceği söyleniyor search light pictures filmi olması sebebiyle. bir dea sinema salonunda gece görüşü kamerayla korsan görüntü alma ihtimalimize karşılık bizi film boyunca kontrol edeceklerini duyuran mubi yetkilileri vardı.)